18 Eylül 2011 Pazar

Sabahın tam 3'ündeyim, iç sıkıntımın en gücündeyim.

Hava biraz serinledi.
Üstünü örttüm senin.
Az evvel açtın gözlerini ''n'apıyorsun'' dedin.
'Yazıyorum' dedim sana.
Hemen daldın yine o benim kavuşmakta zorluk çektiğim uykuna...
Sana gelen uyku bana neden gelmiyor?
Senin kokunu daha çok seviyor uyku.
Beni dışlıyor.
Belki ben kötü kokuyorumdur.
Veya korkuyorumdur.

Soruyorlar 'özlemiyor musun İstanbul'u' diye.
Ben ağlamayı özlüyorum bazı bazı.
İçten ve katıla katıla...


Kimsenin anlamayacağı yazılar yazmak istiyorum.
Benim bile...

Hani sürekli mutlu olmamalı insan derler ya, ben işte sürekli mutlu olduğumdan kendime ağlamak için sebepler yaratıyorum mesela... Çok gülersem çok ağlarım diye, gülmelerimin arasına gözyaşı serpiyorum.

Güzeliz biz.
İyiyiz.

Gecenin serini vurunca tutuk sırtıma üşüdüm.
Kalemim ısıtırdı beni anca bu saatte.
Ama bugün onuda beceremedim.

İç sıkıntısı nasıl bir felakettir bedeninde.
Ne Süper Mario oynayabilirsin, ne şekerli yoğurt yapabilirsin,
ne dışarı çıkıp site(!) içi yürüyüş yapabilirsin, ne dondurma yemeye gitmek istersin.
Uyumaktır tek geçirticisi. Onuda beceremezsin.
Beceriksizliğin üstündedir.

Ne güzel uyuyorsun sevgilim sen öyle!
İçimdeki sıkıntım geçici ama içimdeki sen her geçen gün büyüyorsun.
Seni seviyorum.

Ama kendimi sevmiyorum bugün.
Sıkıntıyla başa çıkmayı beceremediğim için,
bana sunduğun geçirticilere gönülsüz kaldığım için küstüm kendime.

İyiyiz biz.

Sahi benim neden içim sıkılıyor?
Ve neden tutulan sırtım geçmiyor?

Neden burada bakkal yok!
Ben neden dışarı çıkıp yürüyemiyorum!
Bu köpekler neden kapımızda konaklıyor!
Bisikletler neden biblo gibi bahçede duruyor!
Kuaföre bile gitmeye neden hevesim yok!
Su kuşu ben neden havuzu sevmez oldum!
Komşuculuk oynamayı neden istemiyorum!

Şükürler olsun sağlıklıyız.
Şükürler olsun sevgi doluyuz.
Şükürler olsun şükredebiliyoruz.

Hiç yorum yok: