25 Eylül 2013 Çarşamba

İnstagram Kafası

Vallahi şu İnstagram hayatıma renk kattı.
Daha önce nerelerdeymiş:)
Kadınların birliği, evet evet yanlış okumadığınız birliği... Biricikliği(!) Egoları...
Herkes doktor, herkes uzman, herkes en güzel, herkes en mükemmel...
Bir fikir sormayagör. Ortalık yıkılıyor. Kimisi gayet dostane, fikir verirken, kimi ''mutlaka öyle yapılmalı, kendisinin yaptığı en doğrusu!!!'' gibi yazıyorlar.
Çok ilginç geliyor bana. Mesela ben fikir sorulduğunda '' başıma gelmişse, ya da o konu üzerinde az da olsa bilgim varsa, kesin bilgi gibi değil de, fikir paylaşıyorum. Doğrusu da bu değil mi zaten. Allah korusun benim verdiğim ''kesin bir bilgi''yle kötü bir şey olursa ben bunun altından nasıl kalkabilirim? Bunu düşünerek yazıyorum, konuşuyorum, paylaşıyorum. Ne bileyim komikler.

Mesela doğum günü tema hırsızlığı?
Ne demek lan tema hırsızlığı?
Temalar bellidir zaten.
Başlıcaları erkekler için: Kral, Araba, Pepee, Prens, Kovboy, Şehzade, Ayıcık, Arı vs.
Kızlar içinse: Güller, Kuşlar, Mini Mouse, Prenses, Uğur böceği, Puantiye falan...
Yani genelde kullanılan temaları mutlaka birileri daha evvel kullanmış ya da kullanacaktır.
Bu neyin hırsı, neyin kafası, hiç mi işiniz yok da milletin temasını ki, teması farklı olduğu halde ufacık bir yerde gördünüz diye kuduruyorsunuz? Bu kadın milleti hiç mi değişmeyecek arkadaş?

Benden gördü. Benden çaldı. Benim fikrimdi. Benim planımdı. Benim benim benim...
Ne bu benimlik, ne bu bencillik.
Kimsiniz siz?
Eskiden ''tema''mı vardı. Nereden öğrendiniz temalı doğum günü yapmayı?
Susun bu yüzden bence.

Biri profiline ''beğenmeyeni gizli gizli izleyenleri silerim'' yazmış.
Komik ama haklı. Ne diye profilimi izleteyim gizli gizli takip eden, didikleyenlere... Haklı.
Yazar mıyım? Asla yazmam. Ama kendince dürüst davranmış. Ve irtibata geçmeyenleri listemde tutmam demiş. Bu büyümüşte büyümüş, hemen hemen herkesin fotoğraflarının altında geyiği dönmüş. Velev ki takip ediyor ve beğenmiyor... Aslında o gizlice beğeniyor da, beğene tıklayacak kadar egosuna kıyamıyor, neden takıyorsun? Gizli hayranlar, sürekli hayranlardan daha gurur okşayıcı:)

Birileri var ki çete halinde. Herkesin açığını arıyor. Herkesi aşağılıyor, herkese bir kulp buluyor. Sanırsın ki muhteşemler. Çok fotoğraf koydun engelle, az foto koydun engelle, yorum yazmadın engelle, beğenmedin engelle. Çok beğendi engelle. Hava atıyor engelle, ezik takılıyor engelle... Arkadaş senin instagramdaki varlığının sebebi ne?
Ne için varsın?
Yok ol.

Keşke instagramda kalp yanında kırık kalpte olsa o da ''beğenmedi'' anlamına gelse.
Harbiden çok güzel olurdu. Her fotoğrafa tepki verilse. Beğendi ya da beğenmedi. Boş geçmek yok:)
Ona da ''beğenmedi''ye tıklanıyor diye çıldırırlardı herhalde.

Tuhaf kafalar.
Günün eğlencesi. Ben ve benim gibi boşumsu dolu insanların tek eğlencesi diyebilirim:)

Beğenilsin diye fotoğraf koyarlar, fotoğraf koyanlara bok atarlar.
İronik bir ortam.
Kadın çokluğunun, bokluğunu en güzel anlayabileceğiniz bir sosyal mecra.

Annelerin annelik yarışı, bekarların evlilik yarışı, erkeklerin karı arayışı, yemek yapanların yemek yarışı... Yarışmaya mı girdik paylaşıma mı anlayamadım ben. :)

Fikir almanın, paylaşmanın, egolardan uzak durmanın güzelliğine bir varsalar eminim ne kendilerine ne de başkalarına şu güzel ortamı çirkinleştirip zehretmezler.

He kendi adıma baktım deli savrul geri yapıp sallamıyorum. Bu arada delinin önde gideniyim. Ama tutup sanal alemde, sanal prenseslik, sanal magandalık, sanal manyaklıkla kimseyle takışma derdinde değilim.

Yarışmacı arkadaşlara kendi alanlarında başarılar dilerken,
Paylaşımcı arkadaşlarıma, beraberce daha güzel paylaşımlar dilerim:)

Öptüm.

10 Eylül 2013 Salı

YAZMAYA NİYETLİYDİM. NİYETİMİ BOZDUM.

Ne yazmamı istersiniz?
Ne yazmayayım?
Ben bilemezken siz nereden bileceksiniz.
Küllüğüm dolu.
Mum yakmaya üşendiğimden tavandan aydınlanıyorum.
Önümde votkam. Vişne suyu olmadığından, süt koyamayacağımdan, kolayla idare ediyorum.
Fonda Onur Akın- Geceyi Sana Yazdım var şimdilik.
Neden mi şimdilik? Çünkü ben şarkıları sonuna kadar dinleyemem.
Dinlemek istediğim yere kadar dinler, başka şarkıya geçerim.
Twitter önümde açık. 
Direnişi izliyorum. İzleyerek direniyorum.
Sevdiklerime zarar gelmesin diye dua ediyorum.
Bak dua ediyorum yazdım. Bende Müslümanım.
Bende insanım.
İçen, sıçan, yiyen, gülen, ağlayan, ağlatan vs.
Başı kapalı tanıdığım da var, mini etekli olanda...
Seviyorum hepsini.
Her görüşe saygım var. Ama kardeşi kardeşe düşman eden kesime değil.
Neyse benim sayfamda siyasete yer yok.
Benim sayfam sevgi, benim sayfam hüzün, benim sayfam ben...
Bu geceyi kendime yazıyorum. Kendimi yazıyorum bu gece.

Değişti şarkım. Hemen bir sigara yaktım ve ''Sigaramın Dumanı'' Ezgi'nin Günlüğü...
Kafan güzel demeyin. Kafam içmeden de güzel.
Onca negatiflik içinde pozitif olabilitem sebebiyle her daim gülebilirim. Gülerken ağlayabilirim.

Kendime tahammül edemediğim anlarımda olmuyor değil.
Hep kendimi sevecek değilim ya...

Of işte siren sesleri geliyor. Neden?
Kayıtsız kalamıyorum.

Vazgeçtim anasını satayım yazmıyorum.
Beni tanıyan, bir harfimden bilir.
Yazmıyorum.
Hayırlı geceler diliyor, okumaya, dinlemeye ve içmeye gidiyorum.
Bye.

9 Eylül 2013 Pazartesi

SİLGİSEL MEKTUP

Bir mektup yazdım bugün.
Zarf yoktu. Kalem yoktu. Kağıt hiç yoktu.
Kafamdan bir mektup yazdım bugün.
Kimseye.
Ben yoktum.
Sen yoktun.
O yoktu.
Biz yoktuk.
Siz yoktunuz.
Onlar yoktular.

Elimde tek olan silgiydi.
Bana o hayali mektubu yazdıran silginin üzerindeki mürekkep lekesiydi.
Duvardaki kiri sildim, gitti izi.

01:28

Han Ve Ham!

İçimde biriken öyle çok hikaye var...
Birini yazmaya kalksam, diğeri hemen sızıveriyor. Ötekini yazmaya kalksam eksik kalıyor.
Bu yüzden ben hikaye yazmıyorum artık.
Yazamadıklarım kadar yaşıyorum. Ya da yaşadığımı sanıyorum.
Karanlıkta dağılmayı hanginiz sevmiyorsunuz?
 
En güzeli nedir bilir misiniz?
Kendi kıyınızda, dalgalarla boğuşmak...
Düşlere düşmek. Ya da kalkmak. Veya düşüp kalkmak.
Yazıp yazıp silen, yazamayan, yazmaktan habersiz, kalemsiz ve kitapsızlara inat,
 kendi kıyında boğuşurken boğulmak. Kim bilir? Kimse.
Sahi o kimse kim?
Eli kalem tutan herkese bir kulp takanlar mesela.
İlham geldi dediğinde ''İlhan mı, hımmm o da kimmiş, baksana karıya ilhan gelmiş'' kafasında yaşayanlar...
Okumak istemeyenler şimdiden kapatabilir demek isterdim de, saçma bulanlar, hatta bok atanların daha çok okuduğunu biliyorum.
İşte bu yüzden, beni sevenler için değil, sevmeyenler için yazıyorum daha çok.
Herkes gibi. Ya da ben gibi.
Keşke yazdığım cümleleri 2 kere okuyor olsam.
Düşünerek konuşmayan benden, düşünerek yazmam beklenemez.
 
Hayatı hiç uçağa benzettiğiniz oldu mu? Benim oldu. Ne alaka diyenleri duyar gibiyim.
Bana göre öyle. O kadar.
Urfa'nın etrafı dumanlı mı, o odalar soğuk mu bilmem ama Eylül'de geldim ben.
Hem dünyaya hem yazılarıma.
 
Sevmeyerek didikleyeceklere duyurulur: Kitapsızlar! Bir ben mi kaldım okuyacağınız?
Bundan sonra size çok malzeme çıkacak.
İlHAM geldi. Hani o sizin İlHAN sandığınız...
 
Ham ve Han! 
 
Hadi oradan!
Döndüm işte.
Yazıyorum. Öyleyse yaşıyorum.
 

UZUN ZAMAN OLMUŞ YAZMAYALI, BU YAZDIĞIM YAZIDAN SAYILMAMALI!

Koskoca 2 mevsim geçti... Ben anca açabildim bloğumu.
En son Mart ayında yazmışım. Ne yazdığıma bakmadım bile, vakit kaybetmemek için.
Bu süreçte neler yaşadık, neler gördük, neleri görmezden geldik, nasıl eğlendik, nasıl sıkıldık.
Falan filan işte.
Geldik Eylül'e... Hüzünlü Eylül. Doğduğum ay. Benim ayı'm.
Aslında en sevdiğim ay.
Neden annemler adımı 'Eylül' koymamış, hem de bu denli yakışırken bilemiyorum.

Günlerim Duru Belis'le dolu dolu geçiyor. Yürümesek de yürüme atakları yaşıyoruz. Elinden tutulup sürekli gezmek istiyor. İstediklerini çok güzel belli ediyor ama biraz kendini parçalayarak. Ağlayarak istediklerini yaptırmaya çalışıyor. Nasıl vazgeçireceğiz bilemiyorum.

Kızıma çok güzel bir doğum günü partisi yaptık. İlk doğum günü olduğu için kaçınmadık hiçbir şeyden. Koşuyolu'nda Bi'Parti isimli mekanda aile büyüklerimiz, arkadaşlarımızla 40 kişilik bir organizasyon düzenledik. Bir kaç fotoğrafla özetlemek gerekirse:









Aslında büyüklerin olmadığı sadece çocuklu bir doğum günü hayal ediyordum. Fakat ilk doğum günü olduğundan bütün büyükler yanında olmak isteyeceği için ayırım yapamazdım. 2. yaş gününe inşallah bol arkadaşlı, hiç büyüklü bir doğum günü düşünüyorum:)Büyüklere evde bir pasta keserim işte:)

2 Temmuz'u böyle atlattık. Her şey çok güzeldi...
11 Temmuz eşimin doğum gününü, 16 Temmuz 2. evlilik yıldönümümüzü de geçirdik.
Temmuz... En sevdiğim ay. Eylül'den sonra.
Neyse.
Sırada benim doğum günüm var.
12 EYLÜL :)

Her sene sayarım doğum günüme 11 ay kaldı, 10 ay kaldı, 6 ay kaldı, 3 ay kaldı, 1 ay kaldı, 20 gün kaldı diye... Bu yıl sayamadım. 3 günüm kalmış. Bari bugünden itibaren sayayım:)

Ne yazdığımı bile farkına varamadığım bir yazı oldu bu. Cümlelerim bana çok uzak.
Sanki ben değilim bunu yazan.
Telafi edeceğim. Yalnız kaldığım bir vakit sizlere onlardan, bunlardan, kendimden, kendimden sandıklarınızdan, herkeslerden bir şeyler anlatacağım. Bunun için az biraz karanlık, mum ışığı, sessizlik, inceden bir müzik ve uzun bir gece gerekir. Şimdilik bu imkansız. Çünkü ben ''bana ait'' kalan zamanlarımda ne yapacağımı düşünüp karar verememekten, o zamanı tüketen biriyim. Bakalım ne zaman 'bana ait bir vakit' bulacağım ve yazacağım... O Güne kadar görüşmek dileğiyle. Sevgiyle kalınız:)

6 Mart 2013 Çarşamba

FacebookİnstagramTwitterBen

Şimdi gelelim Sosyal Medya'ya,
Bir kere kim ne derse desin, benim bir uzvum gibi.
İnstagram, Facebook ve Twitter...
Bu üçü benim en kalabalık dostum.

Facebook'ta Kadınlar Kulübüm ve ailem, Twitter'da atarlanmalarım, İnstagram'da fotoğraflarım...

İlk bağımlılığım Facebook'tu ama hakikaten boku çıktı. Eskiden çok sık durum güncellemesi yaparken şimdi sadece fotoğraf paylaşıyor, ailemle görüşüyor, fotoğraf altına yapılan yorumlarla eğleniyorum. 2012 Temmuz Annelerimle laflıyorum. Hee bir de top patlatıyorum:)
Eskisi kadar haz almasam da takılıyorum, bakmadan yapamıyorum.

Twitter'a 4 yıl evvel transfer oldum. İnsan durduğu yerde bile kafasında cümleler uçuşur. Dili sussa bile beyni konuşur, kalbi konuşur. Hadi konuşmuyor benimki desenize... Yok öyle bir şey. İnsan düşünmeden duramaz. Bir kelime, bir cümle mutlaka kurar insan içinden. İşte ben içimden kurduklarımı twitter'a yazanlardanım. Twitter insanların olmak istediği insanı konuşturdukları yer bence. Ve ben bu alemde kendimi şanslı görüyorum. Çünkü olduğum insanı net bir şekilde yansıtabiliyorum. Alakasız bir cümle kurup alakasız insanların üzerine alınmasına sebebiyet verebiliyorum. Dolayısıyla üstüne alınan insanların NE OLDUĞUNU öğrenebiliyorum. Güzel yer şu tibitır:) He ismime olmasa daha rahat küfür edeceğim ama işte olmuyor bazen. Hani anne olduk ya, biraz ağır olmak gerekiyor'MUŞ. Yazdıklarım benim ağırlığımı alır'MIŞ. Eh zaten ben yazarken hafifliyorum. İşte ağırlık hafiflik anlayışlarım farklı benim:)

İnstagram... Son gözdem. En sevdiğim. Fotoğraf manyaklığının en uç hali. Fotoğraf çekmek, paylaşmak, paylaşılanları beğenmek, izlemek, yorumlaşmak çok keyifli. Hele benim gibi anneler ve anne adaylarıyla tecrübelerimizi, anlarımızı paylaşmak çok keyif verici. Bilmiyorum belki hoşlanmayanlar olabilir ama benim için çok büyük eğlence. 1 saat bakmazsam kendimi eksik hissediyorum. Seviyorum işte var mı diyeceğiniz:)))

Tabi bu sosyal Medya'da yer alan herkes 1 değil. Bu da beni daha bir bağımlı hale getiriyor. Benden farklıları, benden iyileri, benden güzelleri, ben gibileri izledikçe mutlu oluyorum. Kadınların çok olduğu yerde bok eksik olmaz. Bu bir gerçek. Ama ben bir kadın olarak kimseye kadın gözüyle bakmıyorum. ANNE olarak gördüğümden kimseyle bir problem yaşamıyorum. Problem yaşayan, yaşamaya çalışanlardansa hemen uzaklaşıyorum. Sanal alemde, sanal kavgalarda hiç işim olmaz. O onu demiş, bu buna laf demiş, o onun yaptığının aynısını yapmış, bu onu kıskanmış, o patates yemiş bu yumurta tarzında muhabbetlere kalemim, gözüm kapalı.
Herkes patates, yumurta yesin, ben soğanımla mutluyum.

Öyle böyle şöyle işte sosyal medya bağımlılığım var mı ? VAR.
Kendim gibi bir çok insanı bağımlı hale getirdim şu İnstagram, Facebook ve Twitter'a.

Sosyal paylaşım sitelerinde sosyalleşmek güzel. Hele ki vaktinin çoğunu evde geçiren bir anneysen.

28 Şubat 2013 Perşembe

YAZMIYORUM, ÖYLEYSE YAZIYORUM

Yazayım demekle yazılmıyor.
Yazdıkların yaşadıkların olmasa da, üzerine yapışıyor.
Herkesin elinde bir japon yapıştırıcısı. Bayılıyorlar fikir yürütmeye.
Bende bayılıyorum fikir yürütmelerine.
Besleniyorum. Çünkü ben sinirlenince yazmayı daha çok seviyorum.
Bazen sırf yazmak için sinirleniyorum.
Biliyorum deliyim.

Ama sizin deli anlayışınıza ters geliyorum. Düz gidiyorum.
Bu arada yazarken ben çok sigara içiyorum.
Ellerim buz gibi oluyor.
Son nokta gelsin istemiyorum.
Okunmasa da ben KENDİM için doya doya yazmak istiyorum.

Sizi yazmak, beni yazmak, onları yazmak, herkesi, her şeyi yazmak istiyorum.
Niyet ediyorum niyet eyliyorum. Ama nedense ilk cümleden sonra cümlelerimin abdestini kaçırıyorum. Kalemim çok hain. Siz bunu bilmiyorsunuz ama VİCDANLI kalemimin HAİN cümlelerini okurken siz, ben genelde gülümsüyorum.

Mesela ben geceleri oturmayı çok seviyorum. Kimse sevmiyor. Bu sebeple kimse beni sevmiyor.
Bu sebeple bende kimseyi sevmiyorum. Ne güzel anlaşıyoruz işte.
Bu arada bir sigara daha yaktım.

Daha kaç satır oldu ki yazmaya başlayalı?

Gece demişken... İçim bir tuhaf oldu. Geceler daha uzun olmalı bence.
İnsanın hayatıyla, yaşadıkları ve yaşayacaklarıyla yüzleştiği saatlerdir o saatler.
Gecenin körü, insanın gözünü açar, gündüz ise kör eder insanoğlunu.
Böyle işte.
Yazmak için yazdığım nasıl belli nasıl!

Birikmiş o kadar çok şey var yazmayacak. Şimdi bu nasıl cümle?
Evet yazmayacak. Yazmam gerekenleri değil yazmamam gerekenleri biriktirmeye başladım artık.
Eline kalemi alan (y)azıyor.
Elime kalemi alıyorum ve görüldüğü üzere yazmıyorum.
Bu yaptığın ne şimdi derseniz eğer? Ki dersiniz siz.
Ben yazmıyorum.
Buyrun size yazmadığım birikmiş bir yazı.
Doya doya, olmadı mı soya soya okuyun.
Nasılsa ben günün birinde giydiririm...

;)

8 Şubat 2013 Cuma

BENİ BANA MEŞGULE VERENLER VAR:) ANA!

Nerde kalmamıştık?
Valla ne yalan söyleyeyim kaldığım çok yer var. Gidemediğim tek yer. KENDİM...
Biraz kendime gelmem şart. Öyle saçla başla oynamak, manikür yaptırmak falan değil demek istediğim. BEN yani. Şimdi size oturup kendimi anlatacak halim yok. İşte bu cümleden bir şeyler çıkarmak gerek. Ki ben severim uzun uzun beni yazmayı. Gezmeyi, görmeyi, sevmeyi, muhabbet etmeyi, oynamayı, fotoğraf çekmeyi, şiir yazmayı, bir şeyler karalamayı...
İşte ''o ben'' nerede? Gidemiyorum anasını satayım. Vaktim var, yok dersem yalan söylerim.

Ama işte çevre, okuyan gözler, birbirine okutturanlar, ''bak bak neler yazmış'' diye... Atıp tutanlar, paranoya yapanlar, üzerine alınanlar, hayal dünyamın bile içine sıçanlar... 3 harfli G ile başlayan 2 organına da müdahale edemiyorum maalesef insanların. Kendimi bıraktım, hayallerimi, gördüklerimi yazarken bile ''acaba yazsam mı'' duygusu uyandırıyor bazı kutusu bozuk insanlar.
İşin ilginci internetle uzak yakın alakası olmayan insanlar bile yazdıklarımı takip ediyor. Etsinler. Edilsin diye yazıyorum ben zaten. AMA BE GERİZEKALILAR! Yazıyorum okuyun diye. Yorum yapın diye, üzerinize alının diye değil. Hadi alının. Alınmış bulunun. Peki ''SİZİ KASTETTİĞİMİ'' nereden biliyorsunuz? Demek ki ''tam da sizi anlatmış oluyorum'' değil mi?

Siz boşaldığınız sürece ben dolacağım. Ve inanır mısınız bilmem ama ben İSİM vermeden yazmaya devam edeceğim. X'e kızacağım Y üzerine alınacak ve ben o Y'nin gerçek yüzünü öğrenmiş olacağım. Ne tuhaftır ki X'te Z'ye yazdığımı düşünecek. Ulan kemik kafa! Belki boşluğa yazıyorum, olmayan insanlara yazıyorum. Yazıyorum işte. Yazmayı seven insanın ''ne yazdığına bakın, kime yazdığına' değil. Ama doğru cümlelerimi anlamak biraz beyin istiyor.

Ben bana ulaşmaya çalışıyorum, beni başkaları meşgule veriyor.  Bu nasıl iş anlamadım anasını satayım. Çekin lan ellerinizi üzerimden. Tuşlarken numaralarıma dikkat edin. Öyle her istediğiniz numarayı çeviremezsiniz ben kilit kodumu girmediğim müddetçe. Teknoloji harikasıyım lan ben. Ne sandınız. Ama sizin elinize alıp oynayamayacağınız kadar pahalı, kaliteli ve TEKİM! Kusura bakmayın siz elinizdeki oyuncaklarınızla, ya da milletin oyuncaklarıyla beni izlemeye devam edin. Sözlerim gezerken gözlerinizde, beyninizi fazla yormayın.

Şu facebook, twitter ne kadar boş ama hoş şeyler.... ANLAYANA...
Paylaşım yapıyorlar. ''Begüm bizi beğenmedi'' ... Begüm sizi beğenmek zorunda mı?
Begüm beğendiği bir şeyi beğenmeden geçmez zaten. He görmemiş olabilir. Ama beğendiği bir şeyi ASLA beğenmemezlik yapmaz. BEGÜM siz değil şekerim...
İşte bu sebeplerden ötürü sosyal medya benim en eğlendiğim yer! Kim ne yapmış değil de, kim neyime takmış, kim neyime sarmış... :)))

Evet sayfanızda fazlaca yer alabilirim. Buyrun silin. Kimseyi zorla tutmuyorum listemde. Ben tek kişi kalsam dahi ''ki kalmam'' ! PAYLAŞACAĞIM.

Begüm yine birilerine kızmış. Begüm yine laf sokmuş. Begüm'ün kafasını yine birileri bozmuş. Begüm çıldırmış. Begüm'e bak galiba mutsuz. Begüm ne kadar da mutlu. Begüm amma foto paylaşıyor be. Ne gerek var Begüm sürekli ortalarda. Evet canım evet. Siz ne düşünürseniz evet.


ŞÖYLE SÖYLEYEYİM VE NOKTAYI KOYAYIM.
SİZ NE DERSENİZ DEYİN. NE DÜŞÜNÜRSENİZ DÜŞÜNÜN.
NE YAŞARSAM NASIL YAŞARSAM YAŞAYAYIM , SİZE KARŞI

BİR KULAĞIM KUMKAPI, DİĞERİ YENİKAPI....

HADİ YALOVA YALOVA YALOVA...
SERVİS KALKIYOR:)

YAZIYOOOOO YAZIYOOOOOO BEGÜM YİNE BİRİLERİNE SALDIRIYOOOOOOOOOOOOOO...

Hop dedik.
YALLAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAH:)

29 Ocak 2013 Salı

BEN GECENİN İLK HECESİYDİM. ŞİMDİ NOKTASI.

Gece.
En verimli olduğum saatlerdi eskiden. Okurdum, yazardım, izlerdim, düşünürdüm. Taaa ki anne olana dek. Şimdi her boş vaktimde ''acaba nasıl değerlendirsem'' diye düşünürken o boş vakit bitiveriyor. Duru Belis hanım gözlerini açıyor ve benim planlayamadığım planlarım hoop suya düşüveriyor. Şimdi boş vakit mesela ama saat 01:15. Ve sabah hazır asker olacağım. Kahvaltısı, kahvaltıdan sonra meyvesi, meyveden sonra sebzesi, sebzeden sonra yoğurdu, yoğurttan sonra sütü, sütten sonra maması... Ve bunların düşünceleri bazen bulmaca çözer gibi. Yoruyor. Ölçüsü, çeşidi, rengi, kokusu, ayarı, tonu, kaşığı, tabağı, pisliği, tükürüğü, hıçkırığı :)
Yorgunluk çok tatlı. Tatlının aşırısı komaya sokar ya adamı o hesap işte. Şimdi ben bu satırları yazarken sabah kalkıp hazırlayacağım kahvaltıyı düşünüyorum. Gün aşırı yumurta verecektim ''unutma Begüm yarın yumurta haşlayacaksın''! Acaba terayağı koymaya da başlasam mı? Ya dokunursa? Ama doktor ver dedi. Hay anasını be! Her gün aynı beyin yorgunluğu.
Büyüyor, büyütüyor. Büyüyoruz beraber. Sabah Duru Belis doyunca ben sanki saatlerce kahvaltı masasından kalkmamış gibi hissediyorum kendimi. Açlığımı unutuyorum.
Salonun ortasında, yerde Durubella'ya ait bir bölüm var. Anneannemin verdiği uzun yer minderi, geldi salonun ortasında yerini aldı. Dağınıklık diz boyu. Yorgunluk boyun. Çamaşırlar birikti yine. Hele o günün menüsünü taşıyan önlükler, kusmuk kokan elbiseler... Ulan kaç gündür nevresimlerini yıkasaydım kızın diyorum. Hani nerde? Daha yıkayamadım.
Sanırım artık yapmam gereken şeyleri not almam gerekecek. Yemek yemeyi bile unuttuğum doğrudur.
Annem derdi hep. Bebek olunca bütün hayatın o oluyor diye. Evet tam tamına böyle. Kendine ait hayatın olsun istesen bile istediğin o kendine ait hayat bile o oluyor. Eski olan hiç bir şey tat vermiyor onun kadar. Hele bekar geçirdiğin günlere yanıyor, neden daha evvel anne olamamışım diye hayıflanıyorsun. He sorumluluk yorucu ama, sorumsuzluk yıpratıcı. İnsan bir yerlere bir şeylere ait olmak istiyor hep. Bende ait olmak istediğim, ve sahip olmak istediğim şeylere sahibim şuan.
Bu hain geceler beni kendine çekiyor ya işte ben ona ayar oluyorum. Gündüzleri şekerleme yapabilme şansım ara sıra olsa da ayar oluyorum. Vazgeçemedim ''geceleri uyumanın zaman kaybı'' olduğu düşüncesinden.
Daha bunun emeklemesi var, yürümesi var, koşması var. Var oğlu var:)
Hadi şimdi yattığı yerde debeleniyor. Kamerayı önüne koyup, balkonda çay, kahve keyfi falan yapabiliyorum. Bir kaç aya ya da güne onlar hayal olacak. Ahhhh ahhh analık zor zanaat:)
Anaların hakkı ödenmez. Ana gibi yar olmaz. Eller kadir kıymet bilmiyor annem. Benim kadar kimse sevmiyor annem. Üşüdüm üstümü örtsene anne. Annem annem... Falan filan.

Ahhh ahhh işte böyle.
Gece diyordum. Yazardım diyordum. Bakınız artık yazamıyorum bile. Ne yazdığımı biliyor muyum? Hayır. Bende sizin gibi okuduğumda ne yazdığımı anlayacağım. He yarın Durubella'yı kaptığım gibi bir fön çektirmeye gitsem diyorum. Hani hava falan almış oluruz. 2 gündür soğuktan çıkamıyoruz.
Neyse ben gece diyordum yazının başında. Gece ilham gelirdi beni peri ederdi.

Mesela güneşin doğuşunu izlemeyeli ne kadar zaman oldu? Sabaha kadar oturmayalı? Sabaha kadar şiir yazmayalı? Gecenin bir yarısı saklı mektup yazmayalı. Kelime oyunları oynamayalı.
Kelime dağarcığım daraldı.

Duuuluuuu çenmiçin çukulata verçem yermiçin..
Anneçinin ballıçı annecinin tatlıcı...
Dötünü yiyim dötünü yiyim...
Annemmm aşkımmmm tatlımmm ballımmm
Çen annenin bebekimiçin annem
Çirkin ol.
Gel duruuu geeel geeel geeel
Gel babası geeel geeel geeel
Tel sarar duru tel sarar tel bulamazsa ne sarar kralın oğlunu sarar.
Babaya biiir biiir biir anlatcass
Geldimmmm geldiiimmmmm ben geldimmmm
awwwww uwwww hehhhhh pehhhh pıttttttt
ceeee eeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeee
kıjımın maması geeeeeldiiiiiiiiiiiiiiiii

İşte kurduğum cümleler bu ve bunun gibi:)

Yazdıkça yazası gelir insanın, konuştukça konuşası, sustukça ise çıldırası...
Neyse yazdım kurtuldum:)

Sabah ola hayrola.
Şiir mi?
Benim şiirim sabah en geç 10:00'da uyanır.

İyi geceler:)