27 Aralık 2011 Salı

KENDİ OTOBÜSÜNE SAHİP ÇIKAMAYIP İETT'YE KIZMAK OLMAZ. BU OTOBÜS BİR DAHA GELMEZ!

Ah bizler...
Ne kadar tuhaf yaratıklarız.
Hayatımızda hep birilerini suçlamaktan hayatımızı zindan etmemiz yetmiyormuş gibi, zamanı boşuna harcarız.
Farkında değil miyiz?
Biz eğer 'sağlam biz' olabilirsek kim bize zarar verebilir?
Eğer hayatımız yanlışlıklarla doluysa bunun suçunu bizi dünyaya getiren insanlara mı, yaradana mı, ya da çevremizde biz istediğimiz sürece varolabilecek yakınlarımıza mı yıkmalıyız?

O kadar kolaydır ki başkalarını suçlamak...

Biri sizi bir insanla tanştırır, kişiyle anlaşırsanız o birini yok sayarsınız,
kişi kötüyse tanıştıranın Allah belasını versindir...
Biri sizden daha iyi konumdadır. Hayatınızı onun hayatıyla kıyaslarsınız, her şeyi elinize gözünüze bulaştırırsınız, onun yüzünden battığınızı düşünür asileşirsiniz.
Yanlış arkadaş seçersiniz, kazık yersiniz, ailenizi dinlemediğiniz yetmiyormuş gibi bir de onlara ''sizin yüzünüzden'' dersiniz.
Bir ilişkiye başlarsınız, güzel gider... Terkedersiniz karşınızdakini suçlarsınız, terkedilirsiniz yine karşınızdakini suçlarsınız...
Seçimlerinizi yanlış yaparsınız, seçimlerinize kızarsınız.
Deprem olur ''ALLAH'' işte nereyi vuracağını bilir der, o garibanları suçlarsınız.
Dedikodunun kralını yaparsınız, iyiliğiniz için hakkınızda bir şey konuşulduğunda delirirsiniz.
İstemiyorum diye haykırdığınız bir şeyi, isteyenleri söverek konuşursunuz, daha sonra siz aynısını ister ve başarısız olduğunuzda yine isteyen yüzünden istediğinizi düşünerek yine karşınızdakini suçlarsınız.
Yaşıtlarınız ev, araba, eş, iş, bir çok şeye sahip olmuştur. Geldiğiniz aileyi suçlarsınız.
''Bizim babadan kalma paramız mı vardı'' diyerek...
Sigara tiryakisinizdir ''özentiyle'' başladığınızı unutur, ''bu yüzden, bunun yüzünden, şu sebeple' başladım dersiniz...
Uyuşturucu 'isteyerek' kullanırsınız, sanki sorumlusu başkasıymış gibi 'kimin sattığını, kimin sizi başlattığını anlatmaya' önünüze gelen herkese, nasıl 'düştüğünüzü' değil de 'düşürüldüğünüzü' anlatmaya başlarsınız. ...

Acılı hikayelerinizin kalemi sanki başkalarının elindeymişcesine yaşarsınız.
Yaşamaya devam edersiniz.
Ederiz...

Çünkü kendi hayatımızda yaşadığımız bütün kötü olayları başkalarına yıkmak insanlığımızın vazgeçilmez kaçış noktasıdır.

Senin yüzünden...
Onun yüzünden...
Saflığımdan...
İyi niyetimden...
Parasızlıktan...
Şansızlıktan...

Bu bahaneler  uzar gider...

Hep mi başkaları suçludur?

Yaşadığımız kötülüklerin anaları varsa, yaptığımız iyiliklerin babaları hiç mi yoktur?

Kendimize bu kadar uzak yaşamamalıyız.
Başkaları yüzünden başarılı olamıyorsak bu hayatta, başarılarımız da bizim yüzümüzden olmayacaktır.
Bunu asla unutmamalıyız.

Benimde suçladığım insanlar, nesneler mutlak oldu yaşantım boyunca.
Ama suçlarken şunu asla unutmadım.
BEN BANA ZARAR VERECEKLERE YER VERDİĞİM İÇİN ZAMAN ZAMAN YERSİZ KALDIM.

HAYAT OTOBÜSÜNDE OTURACAK YER BULDUYSAK EĞER, KİMSEYE YERİMİZİ VERMEMELİYİZ. İLLE YARDIM EDECEKSEK, BOŞ YER ARAMALI YA DA,
(YERİ GELDİĞİNDE İNECEĞİNDEN, KOLTUĞUMUZA SAHİP ÇIKMAYACAĞINDAN EMİNSEK) 1 KOLTUĞU  PAYLAŞMAYI BİLMELİYİZ.

HAYAT BU İETT OTOBÜSÜNE BENZEMİYOR.
BİRİNİ KAÇIRIRSAN DİĞERİ MAALESEF GELMİYOR.

UNUTMAYALIM BU OTOBÜSÜN YOLCUSU DA BİZİZ, ŞOFÖRÜ DE, MUAVİNİ DE...



26 Aralık 2011 Pazartesi

ŞÜKRETMEK LAFTA OLMAZ DOSTUM

Yazmak istemiyorum.
Daha doğrusu okutmak istemiyorum. 
Neden mi?

Bunun nedenini, bana ''neden'' diye soracak insanlar çok daha iyi bilirler...
Sürekli bir ''sebep, niçin, aaa, öyle mi, nasıl,'' sorularıyla yaklaşan insanlar daha da iyi bilirler.
Ben yazdıkça çoğalıyorum. 
Ama farkettim ki siz az(al)ıyorsunuz.

Ben paylaşırken içimi siz 'meraklı gözlerle' okuyorsunuz.
'Kime ne giydirmiş, kimi nasıl soymuş, kimi duvara çarpmış, kimi sevmiş, kimden nefret etmiş'
Siz mutluluğu ve mutsuzluğu başkalarının hayatlarında aradığınız için kronik mutsuzsunuz.
Mutlu olmaya çalıştığımız bu yolda başkalarının hayatlarıyla ne kadar uğraşırsak o kadar mutsuz oluruz. Gerçi bunu 20'li yaşların başında öğrenmiş olmalı insanoğlu...

Bir insan kendi hayatıyla uğraşsa zaten mutluluğu ensesinden tutar. 
Kendi hayatıyla uğraşırken hiç mi mutsuz olmaz, ağlamaz? 
Hayır ağlar, üzülür, mutsuz da olur. Ama bu kronik hal almaz.
Zenginin malı züğürdün çenesini yorar'mış ya 
bunu 'iç zenginliği'ne de yorabiliriz...
Aynen öyle. 

Hangimiz var ki acısız, üzüntüsüz, mutsuz, yalnız günler geçirmedik?
Ben şuan yaşadığım huzuru kucağıma alana kadar kaç kucakta ağladım biliyor musunuz?
Bilmiyorsunuz!

Şükürler olsun'du... Hala şükürler olsun.

Ama isyan etmedim. 'Neden ben' demedim. 
'Ne günah işledim de bunları yaşıyorum' dedim.
Hep suçu kendimde aradım. Günah keçisi seçmedim. 
Kimsenin hayatına gözümü sokmadım.
Mutsuzken bile çevremdekilerin mutlu olması için günlerce belki gecelerce dil döktüm. 
Eğer ben bir yanlışa düşmüşsem, başkası o yanlışa düşmesin diye dilimle dövdüm, sövdüm.

Yüzüne tükürdüm. Arkasından balgam atmadım!

Ben insan sevdim. Yaradandan ötürü sevdim yarattığını.
Kimsenin özünde kötü olmadığına inandım.
Yaşananlar ve yaşatılanların kimseyi yoldan çıkaracağına inanmadım.
Elbet farklı yollara saptım, engellerle savaştım, bazen tekerleklerim patladı, 
olduğum yerde kalakaldım, bazen frenlerim tutmadı kaza yaptım. 
Ama ASLA yolumdan çıkmadım başkasının yoluna zıplamaya çalışmadım.

Kimseyi küçümsemedim, herkese elimden gelenin fazlası kadar değer verdim.
1 verene 1000 verdim. Vermeyene de çok verdim.

Dönüp geçmişime baktığımda 'ah'ım yok. 'Sadece 'vah'ım çok. 

Herkes senin gibi olamaz, herkes benim gibi olamaz.
Evet.
Kimse kimse gibi olamaz. 

Ama şu hayatta öğrendiğim, gördüğüm tek şey var.
O da 'İSYAN EDENLERİN AĞLAYACAĞI  BU DÜNYADA, 
ŞÜKREDENLER DE AĞLAR AMA SONUNDA GÜLER GEÇER. 

Evimde yemeğim olmasa da, cebimde param olmasa da, ailem beni öyle bir yetiştirdi ki; 
'buna da şükür' demeyi bildim. Şükreden bir ailenin tek evladı olarak, şükreden bir adamla evlendim. Umarım şükreden bir evlat sahibi olurum. 

Önündeki 1 adet üzüme şükretmeyen o bağın sahibi asla olamaz. 





Sevgiler, saygılar:)










15 Aralık 2011 Perşembe

BEN SADECE ''ANNEME''BENZİYORUM! VE KİMSE ANNEME BENZEMİYOR.

BEN SADECE ''ANNEME''BENZİYORUM!
AMA KİMSE ANNEME BENZEMİYOR.
SİZ BU CÜMLEYİ ÇÖZENE KADAR BEN BİR HİKAYE ANLATAYIM...:)

Küçüktüm.
Enteresan tipleri sever, renkli kişilikleri örnek alırdım.
Mesela annem hanım hanımcık bir kadındı, ben enerji dolu olduğumdan, enerji dolu her kadın benim için o yaşlarda idoldü. Annem benim üzerimde baskıcıydı, baskıcı olmayan anneler benim anne olacağım zamanki profilimdi. Gündüz ev gezmelerini, akşam kocayla yapılan çay sohbetlerini severdim.
Evet ben içeriğini bilmediğim çok şeyi severdim aslında kendi içeriğim oluşana dek...

Sonra ergen oldum. Yeri geldi saçmaladım, yeri geldi tökezledim, yeri geldi serserileştim yeri geldi küçük bir kız çocuğu gibi oturup ağladım. Büyümüşte küçülmüş olamadım. Dar alanda pek bir esnek yaşadım.
Yaşıtlarımdan farklıydım. Deliydim. Yaşım gibi değil yaşımdan küçük gösterirdim.
Tip değil tipik davranışlarımla... Arkadaş canlısıydım, delirirdim.
Kardeşim yok diye bir alır bin verirdim. Almadan verdiklerimde çoktu benim...
Kendi iç dünyamda dengesizdim. Aşk ne bilmeden ota boka aşık olurdum.
Gelinlik hayallerim taaa 3-5 yaşlarıma dayanırdı. Anneme bende senin gibi 19 yaşında çocuk doğuracağım derdim. Ama annemin bankacı oluşunu, ağır başlı oluşunu, asilliğini beğenmezdim.
Ben daha dişliydim. Kavgacıydım. Laf altında kalamazdım.
Annemle en büyük ortak özelliğimiz ikimizde doğrucuyduk ama ben düşünmeden konuşur doğrularımı yanlış eder, annem zamanını bekler, yeri geldiğinde lafı gediğine koyardı. Kapışırdık.
Babam bana hak verirdi bilirdim. Ama annemle takışmayalım diye beni sustururdu.

Sorunlu ve sorumsuz bir ergendim. Yarınımı pek düşünmezdim. O gün verileni o gün yerdim.
Babamın bir lafını hayatımın sonuna kadar unutamam ben, en yakın dostlarım iyi bilirler bu cümleyi...
Onları üzdüğüm 1 gün bana ''sen kimseye mahçup olma eksiklik hissetme, kimseden otlanma diye ben 5 lira parayla geziyor senin cebine marlboro light parası koyuyorum'' demişti.
Ne güzel demişti...

Büyümeye başladım.
Saçmalamalarım tam gaz devam etti. Üzüldüm ve çok üzdüm.
Ama neden bilmiyorum.
Her evin tek konusu bendim ''ne olacak bu kızın hali, ahhh, vahhhh'',
''duydun mu Begüm yine...'',
''Begüm bu ne yapsa yeridir'',
''yok yok bu kızdan bi cacık olmaz''....
Asiyiz ya, laf dinlemiyoruz ya...
Süsümüzden ödün vermiyoruz, sesimizi kısmıyoruz, eve girmek istemiyoruz, dışarısı içeriden daha cazip geliyor, saçma sapan arkadaşlıklar kuruyoruz ya...
Herkesi azdırıyoruz, kendimize benzetiyoruz ya...
Aq sanki zorla herkese gel bana benze diyordum! :)
Benden adam olmazdı o yüzden.
'Ah ben onun gibiyim vicdanlı, ah ben bunun gibiyim süslü, ah ben kime benzedim serserilikte,
ah ben şunun gibiyim enerjik, ah ben güzelliğimi kimlerden almışım, ah ben vah ben!
Ben ne kadar kötü bir ergenlik ve büyüme dönemi geçirirsem geçireyim, benzetildim kendilerince kendilerine,  benzemeye çalıştılar kendilerince bana, kendilerinde beni görmeye çalıştılar, beni kendilerinde görmek istediler...

Büyüdüm. İş hayatı, sosyal yaşam, arkadaşlıklarım...
İnişli çıkışlıydı hep.
Çünkü ben verdiğimi alamadığım zaman hep asileştim.
Bir elin parmaklarını geçmeyecek yakın dostlarım oldu.
''Benim sevdiğim ya da benim düşündüğüm kadar'' sevildim mi?.
Onu sadece ALLAH bilir.

Beni kayıtsız şartsız herşeyden çok seven bir ailem ve bir adam oldu.
O adamla sözlendik ayrıldık, mesafeler girdi, kavga ettik,
öyle oldu böyle oldu, tekrar biraraya geldik.
Hem de seve seve!
AŞKLA...
Ailem, arkadaşlarım en başında şaşırıp, karşı olsalar da hepsi o adamın ADAM olduğunu anlayıp yanımda oldular.

Kadın oldum. Yuvadan uçtum. 550 km uzağa koştum.
Ve anladım ki benim hayatımdaki tek özentim annemmiş.
Hayatımdaki benzemek istediğim tek kadın annemmiş.
Benzediğim tek kadın annemmiş.
Evet ben onun kadar güçlü değilim, evet ben onun kadar sabırlı değilim.
Evet ben onun kadar sözün gümüş sükutun altın olduğuna pek inanmıyorum.
Ama biliyorum ki benim annem bütün genç kızların idolü.
Benim annem herkesin sahip olmak istediği ''ANNE'' modeli!
Ama o benim annem.
Şimdi bende bir anne adayıyım.

Annem gibi kıskanç değilim, annem gibi kimseye benzemiyorum, annem gibi herkese benzetiliyorum.
Anneme benzeyen tek 1 kadın var yeryüzünde o da gelecekteki ben!
Bana benzeyen 2 şey var yeryüzünde; o da benim gibi sevgi dolu, doğrucu, vicdanlı annem.
Cinsiyeti henüz belli olmayan kızım&oğlum...


Küçüklüğümdeki idoller, ergenliğimdeki benzetilmeler vs.
onların hepsi Bülent Ersoy'un erkeklik döneminde kaldı.
Şimdiki yüzüne bakarken ki hissettiğim korkuda kayboldu.

Ben farkını hiç farkedemeyen bir çocuktum.
Şimdi farkediyorum!
Çünkü Rabbim nasip ederse ANNE oluyorum.
Ve çocuğumun ailesi dışında kimseye benzetilmesini istemiyorum.
Kimsenin çocuğuma benzemesini istemiyorum.

Benimle çatışsa da çocukluğundan, ergenliğine, evlenene kadar benim gibi ''içinde annesini kıskanan, annesi gibi olmak için yanıp tutuşan'' bir evlat olur.

Hayatının en büyük kıskançlığı ''annesi''olur. 

Çünkü ''anne'' evladı kendine benzesin diye yanıp tutuşur. Evladı ise ben senden farklıyım'ı kabul ettirmek için   savaşır. Sonucunda yaşadıkça, etrafındakileri tanıdıkça, kendine benzemeye çalışan, kendine benzediğini iddia eden insanları yaşadıkça ne kadar doğru bir insanı kıskandığını anlayıp ailesine daha çok sarılır!

Evet ben kimseye benzemek istemedim.
Ben kimseyi örnek almadım.
Kimseyle yarışmadım.
Kimseyle kapışmadım.
Kimseyle savaşmadım.
Kimseyi kıskanmadım.
Kimseye özenmedim.
Kimseyi tınlamadım.
Kimseye kimse gibi davranmadım.

AMA ANNEM KİMSE DEĞİLDİ! 
ANNEM HERŞEYDİ.
BENİM TEK DERDİM ANNEMDİ. 

ANNEM SENİ O KADAR ÇOK SEVİYORUM Kİ...
BUNU NE KADAR BAĞIRSAM AZDIR.
NE KADAR YAZSAM AZ KALIR.
HERKESE YAZABİLİRKEN SANA YAZAMIYOR OLMAM BUNDANDI.

BENİM TEK DERDİM SENDİ...
SEN BU KADAR BÜYÜK OLDUĞUNDAN,
ŞİMDİ HERKES GÖZÜMDE KOLAYCA KÜÇÜLEBİLİYOR.

YÜREĞİM HER YÜREĞE ''HE'' DİYEMİYOR!
ÇÜNKÜ HER YÜREK SENİN GİBİ ÇIKARSIZCA YAKLAŞ(a)MIYOR!!!



13 Aralık 2011 Salı

BİR BEDENDE 2 KALP!

Evden çıkana kadar gayet normaldim.
Alsancak civarına geldiğimizde ''hadi simit yiyelim''dedim...
Simitlerimizi yedik ve tam vaktimizde doktorumuzda olduk.
O kapıdan içeri girer girmez kalp atışlarım hızlandı.
Hem mercimeğim acaba büyümüş müydü? Hem tahlil sonuçlarımda ne çıkmıştı?
Odaya girdiğimizde doktorumuzun sıcaklığı,
sorduğu sorular ve bize şuan ultrasonda görmemiz gereken boyutla ilgili bilgileri alınca biraz daha heyecanlandım. Midemin nasıl olduğunu sorduğunda ''mide bulantımın olmadığını, arada yanma olduğunu ve sadece kendimi yorgun hissettiğimi söyleyince beni biraz tedirgin içeri aldı.
Ben içeri girdiğimde 'Tufan ve Nurten Teyzeme '' korktum şimdi'' demiş.
İçeri geldiğinde bana ''umarım güzel şeyler söylerim birazdan sana'' dedi.
Korktum.
Kalbim durdu duracaktı.
Ve sonunda elini uzattı ve ''tebrik ederim'' dedi.
''Mide bulantılarım olmuyor deyince açıkçası biraz korktum acaba gelişiminde mi bir problem var diye, ama çok şanslısın ve sayende bende çok şanslıyım sorunsuz başlayan bir hamilelik'' dedi. Tufan'ı ve Nurten teyzemi içeri çağırdı. Ve o beklenen müthiş anı bize yaşattı.
Kalp atışları...
Evet biz miniminicik bebeğimizin henüz 2 cm'w 2 milim kalan fasülyemizin kütkütkütküt vuran kalp atışlarını dinledik. O nasıl bir duyguydu? O nasıl nasıl nasıl bir histi Allahım!
İçimdeki can bizim canımız büyümüşte kalbini bize duyurmuş...
Ağladım. İnanılmaz duygulandım. Utanmadım resmen sesli sesli ağladım!
Ağlamayı severim çok ağlarım ama bu değişikti. Çok farklıydı.
Bebeğimle tanışma anımdı.
Anne olduğumu iyice hissettiğim an'dı.
Onun o hızlı atan kalbi beni o kadar heyecanlandırdıki...

Bütün tahlillerimiz güzel, bebeğimiz gayet sağlıklı görünüyordu.
Bir anne baba adayı bir doktordan başka ne duymak isteyebilirdi ki?
Normalde 1 ay sonra başlanacak diyete bu aydan start verdi. Sebebi ise midemde herhangi bir problem olmayışı ve 900 gram almış olmam:)
Yılbaşında Kuşadası'na gitmemize izin verdi 2 kadehte istediğim içkiden içmeme:)
Onun dışında dişlerimide çektirmemek kaydıyla istediğim gibi yaptırabilirim.
Çok ağrım olursa minoset ve dişinol kullanabilirim.

13 Ocak'a kadar yorulmak yok, koşmak yok, ağır kaldırmak yok, yağlı, karbonhidratlı yiyecekler yok.
Et, süt, peynir, sebze, meyve, salata, balık, tavuk...
Sebzede biraz problemliyiz ama hemen ıspanak aldım ve yarın ilk işim ıspanak yapmak olacak:)

Evimize geldik. Bebeğimizin kalp atışını dinleyip duruyoruz...
Bu arada 13 Ocak'ta bebeğimizin cinsiyetini%40 tahmin edebileceğini söyledi doktorumuz:)
Bakalım gösterecek mi kendini bize?

Ben 2 canlı, 2 kanlı ve artık 2 KALPLİ karnındaki fasülyeye çok ama çok aşık bir kadınım!
Allahım miniminiciğimizi sağlıkla kucağımıza almayı nasip etsin.

Ve Rabbim isteyen herkese vakti geldiğinde bu müthiş duyguyu yaşatsın.
ŞİMDİ 100 KİLO BİLE ALABİLİRİM!
UMRUMDA MI?
ASLA!
YETERKİ O TOSUNCUK GİBİ SAĞLIKLI BİR BEBEK OLSUN.
KALBİM!
HEM DE İLK KALBİM!

6 Aralık 2011 Salı

YAZDIKLARI KADAR VARLARSA, DEMEK YOKLAR

Okumaktan soğutan yazılar vardır.
Cümleler sanki kurmak için kurulmuştur. 
Kelimeler yutulmuştur. 
Noktalama işaretleri uçmuştur. 
Her yazıda aynı konu. 
Zamanımı çalan, gözlerimi yoran onca yazı.
Yazıyı okurken sürüklenmeli insan sonunda ne olacak merakıyla.

Boşlukları doldurmaktan sıkıldığım kurmak için kurulmuş cümleler.
Hem de baş köşelere...

Kendini tekrar eden yazarları sevmiyorum. 
TARZ'ı budur diye FARZediyorum ama HAZetmiyorum! 
Edemiyorum. 
Okurken hazzım en azda kalıyor. 
Emeğe saygım sonsuz olsa da dikkatsizce yazılmış, ''bakın ben yazarım'' mantığıyla karalanmış sayfaları sevmiyorum. Onlara sorarsanız kimse onlardan iyi yazamaz. 
Oturup kendi yazılarını okuduklarında cümle düşüklüklerinin içinde parmakları bile kanamaz! 

Ben mesela ''sevdiğim için yazıyorum, yazdığım için seviyorum''. 
İyi yazmıyorum. 
Her kesime hitap etmeyi seviyorum. 
Bugün sana yazıyorsam yarın ona yazmayı seviyorum. 
Ona, buna yazdıklarımın içinde BENİ buluyor insanlar, hem de kendilerini. 
Bundan kendimi kendime yazma gereği duymuyorum. 
Kendimi yazarken bile başkalarını hedef alıyorum.
Kitlemi kendim seçiyorum. 
Sonuç olarak ben İYİ YAZMIYORUM sadece yazıyorum.
Ama güzel yazıyorum.

Hayal gücüm okurlarımın hayal gücüyle çırılçıplak dans eder.
Cümlelerim, okuyanların gözlerini yormaz. 

Saçmalarım, hayal kurarım, eleştiririm,  yüceltirim, severim, söverim. 
Ama ben hissederim. 
Aklım yaşımda değil başımdadır. 

Neden gazete okumuyorum?
Alın size cevap!
Her sayfayı zaptetmiş tırnaklılar yüzünden. 
Ojeleri olmasa nasıl parlak göstereceklerdi kendilerini merak ediyorum!!! 

Arkamızda Uluç yok, Cevizoğlu yok, Babaoğlu, Özdil yok. 

İSTESEK OLURDU!!!
AMA KİMSEYİ ARKAMIZA ALACAK KADAR ÖNLERİNE GÜVENMEDİK!



1 Aralık 2011 Perşembe

YAZMAK İÇİN YAZIYORSAM, OKUMAK İÇİN OKUYUN

Ben seviyorum.
Geceyi seviyorum, gecenin getirdiklerini seviyorum.
Yemeyi seviyorum, açlık ve tokluğun arasındaki o hali...
Uyumayı seviyorum, ayaklarımın ısınmasını seviyorum.
Doğan güneşi seviyorum, evin içinde dolandığı hali...
Yazı yazmayı seviyorum, gözlerin yazılarımda gezinmesini seviyorum.
Mutsuzluğu seviyorum, onca hüznün bana getirdiği mutluluk hali...
Seni seviyorum, beni seviyorum.
Senle beni seviyorum, yepyeni bir cana can katma halimiz...

Seni seviyorum.
Bizi seviyorum.

Aynı çatı altında yaşamak müthiş bir duygu. Seviyor ve seviliyorsan...
Kavga etmek paha biçilemez.
Şiddetli bir kavganın şehvetli bir barışması var evlilikte.
Aşk var.
Sevgiliyken mesaj yazmaktan yamulan parmakların, mesajları okumaktan bozduğun gözlerin hep dipdibe.

Nazar var. 
Kıskançlık var.
Haset var.

Tartışma olması bu 3'ü arasında çok doğal.

Bunların yanında;

Dua var
Hayranlık var.
Beğeni var.
Dilekler var.
Umut var.
Mutluluk var.

Bu 2. var listesi ilk listeden çok daha kalabalık olduğundan 
ve en başını DUA'lar çektiğinden BİZ VARIZ 
VE ALLAH ÖMÜR VERDİĞİ MÜDDETÇE VAROLACAĞIZ.

Dualarla yaşayacağız. Sevgilerle yoğrulacağız. Emekle yemeklenip, umutla yol alacağız.

Yazmak için yazdım.
Okumak için okuyun.
Ben beni yazmayı seviyorum.
Siz beni okumayı seviyorsunuz.

Dövüşüklü danış bu;)