27 Aralık 2011 Salı

KENDİ OTOBÜSÜNE SAHİP ÇIKAMAYIP İETT'YE KIZMAK OLMAZ. BU OTOBÜS BİR DAHA GELMEZ!

Ah bizler...
Ne kadar tuhaf yaratıklarız.
Hayatımızda hep birilerini suçlamaktan hayatımızı zindan etmemiz yetmiyormuş gibi, zamanı boşuna harcarız.
Farkında değil miyiz?
Biz eğer 'sağlam biz' olabilirsek kim bize zarar verebilir?
Eğer hayatımız yanlışlıklarla doluysa bunun suçunu bizi dünyaya getiren insanlara mı, yaradana mı, ya da çevremizde biz istediğimiz sürece varolabilecek yakınlarımıza mı yıkmalıyız?

O kadar kolaydır ki başkalarını suçlamak...

Biri sizi bir insanla tanştırır, kişiyle anlaşırsanız o birini yok sayarsınız,
kişi kötüyse tanıştıranın Allah belasını versindir...
Biri sizden daha iyi konumdadır. Hayatınızı onun hayatıyla kıyaslarsınız, her şeyi elinize gözünüze bulaştırırsınız, onun yüzünden battığınızı düşünür asileşirsiniz.
Yanlış arkadaş seçersiniz, kazık yersiniz, ailenizi dinlemediğiniz yetmiyormuş gibi bir de onlara ''sizin yüzünüzden'' dersiniz.
Bir ilişkiye başlarsınız, güzel gider... Terkedersiniz karşınızdakini suçlarsınız, terkedilirsiniz yine karşınızdakini suçlarsınız...
Seçimlerinizi yanlış yaparsınız, seçimlerinize kızarsınız.
Deprem olur ''ALLAH'' işte nereyi vuracağını bilir der, o garibanları suçlarsınız.
Dedikodunun kralını yaparsınız, iyiliğiniz için hakkınızda bir şey konuşulduğunda delirirsiniz.
İstemiyorum diye haykırdığınız bir şeyi, isteyenleri söverek konuşursunuz, daha sonra siz aynısını ister ve başarısız olduğunuzda yine isteyen yüzünden istediğinizi düşünerek yine karşınızdakini suçlarsınız.
Yaşıtlarınız ev, araba, eş, iş, bir çok şeye sahip olmuştur. Geldiğiniz aileyi suçlarsınız.
''Bizim babadan kalma paramız mı vardı'' diyerek...
Sigara tiryakisinizdir ''özentiyle'' başladığınızı unutur, ''bu yüzden, bunun yüzünden, şu sebeple' başladım dersiniz...
Uyuşturucu 'isteyerek' kullanırsınız, sanki sorumlusu başkasıymış gibi 'kimin sattığını, kimin sizi başlattığını anlatmaya' önünüze gelen herkese, nasıl 'düştüğünüzü' değil de 'düşürüldüğünüzü' anlatmaya başlarsınız. ...

Acılı hikayelerinizin kalemi sanki başkalarının elindeymişcesine yaşarsınız.
Yaşamaya devam edersiniz.
Ederiz...

Çünkü kendi hayatımızda yaşadığımız bütün kötü olayları başkalarına yıkmak insanlığımızın vazgeçilmez kaçış noktasıdır.

Senin yüzünden...
Onun yüzünden...
Saflığımdan...
İyi niyetimden...
Parasızlıktan...
Şansızlıktan...

Bu bahaneler  uzar gider...

Hep mi başkaları suçludur?

Yaşadığımız kötülüklerin anaları varsa, yaptığımız iyiliklerin babaları hiç mi yoktur?

Kendimize bu kadar uzak yaşamamalıyız.
Başkaları yüzünden başarılı olamıyorsak bu hayatta, başarılarımız da bizim yüzümüzden olmayacaktır.
Bunu asla unutmamalıyız.

Benimde suçladığım insanlar, nesneler mutlak oldu yaşantım boyunca.
Ama suçlarken şunu asla unutmadım.
BEN BANA ZARAR VERECEKLERE YER VERDİĞİM İÇİN ZAMAN ZAMAN YERSİZ KALDIM.

HAYAT OTOBÜSÜNDE OTURACAK YER BULDUYSAK EĞER, KİMSEYE YERİMİZİ VERMEMELİYİZ. İLLE YARDIM EDECEKSEK, BOŞ YER ARAMALI YA DA,
(YERİ GELDİĞİNDE İNECEĞİNDEN, KOLTUĞUMUZA SAHİP ÇIKMAYACAĞINDAN EMİNSEK) 1 KOLTUĞU  PAYLAŞMAYI BİLMELİYİZ.

HAYAT BU İETT OTOBÜSÜNE BENZEMİYOR.
BİRİNİ KAÇIRIRSAN DİĞERİ MAALESEF GELMİYOR.

UNUTMAYALIM BU OTOBÜSÜN YOLCUSU DA BİZİZ, ŞOFÖRÜ DE, MUAVİNİ DE...



26 Aralık 2011 Pazartesi

ŞÜKRETMEK LAFTA OLMAZ DOSTUM

Yazmak istemiyorum.
Daha doğrusu okutmak istemiyorum. 
Neden mi?

Bunun nedenini, bana ''neden'' diye soracak insanlar çok daha iyi bilirler...
Sürekli bir ''sebep, niçin, aaa, öyle mi, nasıl,'' sorularıyla yaklaşan insanlar daha da iyi bilirler.
Ben yazdıkça çoğalıyorum. 
Ama farkettim ki siz az(al)ıyorsunuz.

Ben paylaşırken içimi siz 'meraklı gözlerle' okuyorsunuz.
'Kime ne giydirmiş, kimi nasıl soymuş, kimi duvara çarpmış, kimi sevmiş, kimden nefret etmiş'
Siz mutluluğu ve mutsuzluğu başkalarının hayatlarında aradığınız için kronik mutsuzsunuz.
Mutlu olmaya çalıştığımız bu yolda başkalarının hayatlarıyla ne kadar uğraşırsak o kadar mutsuz oluruz. Gerçi bunu 20'li yaşların başında öğrenmiş olmalı insanoğlu...

Bir insan kendi hayatıyla uğraşsa zaten mutluluğu ensesinden tutar. 
Kendi hayatıyla uğraşırken hiç mi mutsuz olmaz, ağlamaz? 
Hayır ağlar, üzülür, mutsuz da olur. Ama bu kronik hal almaz.
Zenginin malı züğürdün çenesini yorar'mış ya 
bunu 'iç zenginliği'ne de yorabiliriz...
Aynen öyle. 

Hangimiz var ki acısız, üzüntüsüz, mutsuz, yalnız günler geçirmedik?
Ben şuan yaşadığım huzuru kucağıma alana kadar kaç kucakta ağladım biliyor musunuz?
Bilmiyorsunuz!

Şükürler olsun'du... Hala şükürler olsun.

Ama isyan etmedim. 'Neden ben' demedim. 
'Ne günah işledim de bunları yaşıyorum' dedim.
Hep suçu kendimde aradım. Günah keçisi seçmedim. 
Kimsenin hayatına gözümü sokmadım.
Mutsuzken bile çevremdekilerin mutlu olması için günlerce belki gecelerce dil döktüm. 
Eğer ben bir yanlışa düşmüşsem, başkası o yanlışa düşmesin diye dilimle dövdüm, sövdüm.

Yüzüne tükürdüm. Arkasından balgam atmadım!

Ben insan sevdim. Yaradandan ötürü sevdim yarattığını.
Kimsenin özünde kötü olmadığına inandım.
Yaşananlar ve yaşatılanların kimseyi yoldan çıkaracağına inanmadım.
Elbet farklı yollara saptım, engellerle savaştım, bazen tekerleklerim patladı, 
olduğum yerde kalakaldım, bazen frenlerim tutmadı kaza yaptım. 
Ama ASLA yolumdan çıkmadım başkasının yoluna zıplamaya çalışmadım.

Kimseyi küçümsemedim, herkese elimden gelenin fazlası kadar değer verdim.
1 verene 1000 verdim. Vermeyene de çok verdim.

Dönüp geçmişime baktığımda 'ah'ım yok. 'Sadece 'vah'ım çok. 

Herkes senin gibi olamaz, herkes benim gibi olamaz.
Evet.
Kimse kimse gibi olamaz. 

Ama şu hayatta öğrendiğim, gördüğüm tek şey var.
O da 'İSYAN EDENLERİN AĞLAYACAĞI  BU DÜNYADA, 
ŞÜKREDENLER DE AĞLAR AMA SONUNDA GÜLER GEÇER. 

Evimde yemeğim olmasa da, cebimde param olmasa da, ailem beni öyle bir yetiştirdi ki; 
'buna da şükür' demeyi bildim. Şükreden bir ailenin tek evladı olarak, şükreden bir adamla evlendim. Umarım şükreden bir evlat sahibi olurum. 

Önündeki 1 adet üzüme şükretmeyen o bağın sahibi asla olamaz. 





Sevgiler, saygılar:)










15 Aralık 2011 Perşembe

BEN SADECE ''ANNEME''BENZİYORUM! VE KİMSE ANNEME BENZEMİYOR.

BEN SADECE ''ANNEME''BENZİYORUM!
AMA KİMSE ANNEME BENZEMİYOR.
SİZ BU CÜMLEYİ ÇÖZENE KADAR BEN BİR HİKAYE ANLATAYIM...:)

Küçüktüm.
Enteresan tipleri sever, renkli kişilikleri örnek alırdım.
Mesela annem hanım hanımcık bir kadındı, ben enerji dolu olduğumdan, enerji dolu her kadın benim için o yaşlarda idoldü. Annem benim üzerimde baskıcıydı, baskıcı olmayan anneler benim anne olacağım zamanki profilimdi. Gündüz ev gezmelerini, akşam kocayla yapılan çay sohbetlerini severdim.
Evet ben içeriğini bilmediğim çok şeyi severdim aslında kendi içeriğim oluşana dek...

Sonra ergen oldum. Yeri geldi saçmaladım, yeri geldi tökezledim, yeri geldi serserileştim yeri geldi küçük bir kız çocuğu gibi oturup ağladım. Büyümüşte küçülmüş olamadım. Dar alanda pek bir esnek yaşadım.
Yaşıtlarımdan farklıydım. Deliydim. Yaşım gibi değil yaşımdan küçük gösterirdim.
Tip değil tipik davranışlarımla... Arkadaş canlısıydım, delirirdim.
Kardeşim yok diye bir alır bin verirdim. Almadan verdiklerimde çoktu benim...
Kendi iç dünyamda dengesizdim. Aşk ne bilmeden ota boka aşık olurdum.
Gelinlik hayallerim taaa 3-5 yaşlarıma dayanırdı. Anneme bende senin gibi 19 yaşında çocuk doğuracağım derdim. Ama annemin bankacı oluşunu, ağır başlı oluşunu, asilliğini beğenmezdim.
Ben daha dişliydim. Kavgacıydım. Laf altında kalamazdım.
Annemle en büyük ortak özelliğimiz ikimizde doğrucuyduk ama ben düşünmeden konuşur doğrularımı yanlış eder, annem zamanını bekler, yeri geldiğinde lafı gediğine koyardı. Kapışırdık.
Babam bana hak verirdi bilirdim. Ama annemle takışmayalım diye beni sustururdu.

Sorunlu ve sorumsuz bir ergendim. Yarınımı pek düşünmezdim. O gün verileni o gün yerdim.
Babamın bir lafını hayatımın sonuna kadar unutamam ben, en yakın dostlarım iyi bilirler bu cümleyi...
Onları üzdüğüm 1 gün bana ''sen kimseye mahçup olma eksiklik hissetme, kimseden otlanma diye ben 5 lira parayla geziyor senin cebine marlboro light parası koyuyorum'' demişti.
Ne güzel demişti...

Büyümeye başladım.
Saçmalamalarım tam gaz devam etti. Üzüldüm ve çok üzdüm.
Ama neden bilmiyorum.
Her evin tek konusu bendim ''ne olacak bu kızın hali, ahhh, vahhhh'',
''duydun mu Begüm yine...'',
''Begüm bu ne yapsa yeridir'',
''yok yok bu kızdan bi cacık olmaz''....
Asiyiz ya, laf dinlemiyoruz ya...
Süsümüzden ödün vermiyoruz, sesimizi kısmıyoruz, eve girmek istemiyoruz, dışarısı içeriden daha cazip geliyor, saçma sapan arkadaşlıklar kuruyoruz ya...
Herkesi azdırıyoruz, kendimize benzetiyoruz ya...
Aq sanki zorla herkese gel bana benze diyordum! :)
Benden adam olmazdı o yüzden.
'Ah ben onun gibiyim vicdanlı, ah ben bunun gibiyim süslü, ah ben kime benzedim serserilikte,
ah ben şunun gibiyim enerjik, ah ben güzelliğimi kimlerden almışım, ah ben vah ben!
Ben ne kadar kötü bir ergenlik ve büyüme dönemi geçirirsem geçireyim, benzetildim kendilerince kendilerine,  benzemeye çalıştılar kendilerince bana, kendilerinde beni görmeye çalıştılar, beni kendilerinde görmek istediler...

Büyüdüm. İş hayatı, sosyal yaşam, arkadaşlıklarım...
İnişli çıkışlıydı hep.
Çünkü ben verdiğimi alamadığım zaman hep asileştim.
Bir elin parmaklarını geçmeyecek yakın dostlarım oldu.
''Benim sevdiğim ya da benim düşündüğüm kadar'' sevildim mi?.
Onu sadece ALLAH bilir.

Beni kayıtsız şartsız herşeyden çok seven bir ailem ve bir adam oldu.
O adamla sözlendik ayrıldık, mesafeler girdi, kavga ettik,
öyle oldu böyle oldu, tekrar biraraya geldik.
Hem de seve seve!
AŞKLA...
Ailem, arkadaşlarım en başında şaşırıp, karşı olsalar da hepsi o adamın ADAM olduğunu anlayıp yanımda oldular.

Kadın oldum. Yuvadan uçtum. 550 km uzağa koştum.
Ve anladım ki benim hayatımdaki tek özentim annemmiş.
Hayatımdaki benzemek istediğim tek kadın annemmiş.
Benzediğim tek kadın annemmiş.
Evet ben onun kadar güçlü değilim, evet ben onun kadar sabırlı değilim.
Evet ben onun kadar sözün gümüş sükutun altın olduğuna pek inanmıyorum.
Ama biliyorum ki benim annem bütün genç kızların idolü.
Benim annem herkesin sahip olmak istediği ''ANNE'' modeli!
Ama o benim annem.
Şimdi bende bir anne adayıyım.

Annem gibi kıskanç değilim, annem gibi kimseye benzemiyorum, annem gibi herkese benzetiliyorum.
Anneme benzeyen tek 1 kadın var yeryüzünde o da gelecekteki ben!
Bana benzeyen 2 şey var yeryüzünde; o da benim gibi sevgi dolu, doğrucu, vicdanlı annem.
Cinsiyeti henüz belli olmayan kızım&oğlum...


Küçüklüğümdeki idoller, ergenliğimdeki benzetilmeler vs.
onların hepsi Bülent Ersoy'un erkeklik döneminde kaldı.
Şimdiki yüzüne bakarken ki hissettiğim korkuda kayboldu.

Ben farkını hiç farkedemeyen bir çocuktum.
Şimdi farkediyorum!
Çünkü Rabbim nasip ederse ANNE oluyorum.
Ve çocuğumun ailesi dışında kimseye benzetilmesini istemiyorum.
Kimsenin çocuğuma benzemesini istemiyorum.

Benimle çatışsa da çocukluğundan, ergenliğine, evlenene kadar benim gibi ''içinde annesini kıskanan, annesi gibi olmak için yanıp tutuşan'' bir evlat olur.

Hayatının en büyük kıskançlığı ''annesi''olur. 

Çünkü ''anne'' evladı kendine benzesin diye yanıp tutuşur. Evladı ise ben senden farklıyım'ı kabul ettirmek için   savaşır. Sonucunda yaşadıkça, etrafındakileri tanıdıkça, kendine benzemeye çalışan, kendine benzediğini iddia eden insanları yaşadıkça ne kadar doğru bir insanı kıskandığını anlayıp ailesine daha çok sarılır!

Evet ben kimseye benzemek istemedim.
Ben kimseyi örnek almadım.
Kimseyle yarışmadım.
Kimseyle kapışmadım.
Kimseyle savaşmadım.
Kimseyi kıskanmadım.
Kimseye özenmedim.
Kimseyi tınlamadım.
Kimseye kimse gibi davranmadım.

AMA ANNEM KİMSE DEĞİLDİ! 
ANNEM HERŞEYDİ.
BENİM TEK DERDİM ANNEMDİ. 

ANNEM SENİ O KADAR ÇOK SEVİYORUM Kİ...
BUNU NE KADAR BAĞIRSAM AZDIR.
NE KADAR YAZSAM AZ KALIR.
HERKESE YAZABİLİRKEN SANA YAZAMIYOR OLMAM BUNDANDI.

BENİM TEK DERDİM SENDİ...
SEN BU KADAR BÜYÜK OLDUĞUNDAN,
ŞİMDİ HERKES GÖZÜMDE KOLAYCA KÜÇÜLEBİLİYOR.

YÜREĞİM HER YÜREĞE ''HE'' DİYEMİYOR!
ÇÜNKÜ HER YÜREK SENİN GİBİ ÇIKARSIZCA YAKLAŞ(a)MIYOR!!!



13 Aralık 2011 Salı

BİR BEDENDE 2 KALP!

Evden çıkana kadar gayet normaldim.
Alsancak civarına geldiğimizde ''hadi simit yiyelim''dedim...
Simitlerimizi yedik ve tam vaktimizde doktorumuzda olduk.
O kapıdan içeri girer girmez kalp atışlarım hızlandı.
Hem mercimeğim acaba büyümüş müydü? Hem tahlil sonuçlarımda ne çıkmıştı?
Odaya girdiğimizde doktorumuzun sıcaklığı,
sorduğu sorular ve bize şuan ultrasonda görmemiz gereken boyutla ilgili bilgileri alınca biraz daha heyecanlandım. Midemin nasıl olduğunu sorduğunda ''mide bulantımın olmadığını, arada yanma olduğunu ve sadece kendimi yorgun hissettiğimi söyleyince beni biraz tedirgin içeri aldı.
Ben içeri girdiğimde 'Tufan ve Nurten Teyzeme '' korktum şimdi'' demiş.
İçeri geldiğinde bana ''umarım güzel şeyler söylerim birazdan sana'' dedi.
Korktum.
Kalbim durdu duracaktı.
Ve sonunda elini uzattı ve ''tebrik ederim'' dedi.
''Mide bulantılarım olmuyor deyince açıkçası biraz korktum acaba gelişiminde mi bir problem var diye, ama çok şanslısın ve sayende bende çok şanslıyım sorunsuz başlayan bir hamilelik'' dedi. Tufan'ı ve Nurten teyzemi içeri çağırdı. Ve o beklenen müthiş anı bize yaşattı.
Kalp atışları...
Evet biz miniminicik bebeğimizin henüz 2 cm'w 2 milim kalan fasülyemizin kütkütkütküt vuran kalp atışlarını dinledik. O nasıl bir duyguydu? O nasıl nasıl nasıl bir histi Allahım!
İçimdeki can bizim canımız büyümüşte kalbini bize duyurmuş...
Ağladım. İnanılmaz duygulandım. Utanmadım resmen sesli sesli ağladım!
Ağlamayı severim çok ağlarım ama bu değişikti. Çok farklıydı.
Bebeğimle tanışma anımdı.
Anne olduğumu iyice hissettiğim an'dı.
Onun o hızlı atan kalbi beni o kadar heyecanlandırdıki...

Bütün tahlillerimiz güzel, bebeğimiz gayet sağlıklı görünüyordu.
Bir anne baba adayı bir doktordan başka ne duymak isteyebilirdi ki?
Normalde 1 ay sonra başlanacak diyete bu aydan start verdi. Sebebi ise midemde herhangi bir problem olmayışı ve 900 gram almış olmam:)
Yılbaşında Kuşadası'na gitmemize izin verdi 2 kadehte istediğim içkiden içmeme:)
Onun dışında dişlerimide çektirmemek kaydıyla istediğim gibi yaptırabilirim.
Çok ağrım olursa minoset ve dişinol kullanabilirim.

13 Ocak'a kadar yorulmak yok, koşmak yok, ağır kaldırmak yok, yağlı, karbonhidratlı yiyecekler yok.
Et, süt, peynir, sebze, meyve, salata, balık, tavuk...
Sebzede biraz problemliyiz ama hemen ıspanak aldım ve yarın ilk işim ıspanak yapmak olacak:)

Evimize geldik. Bebeğimizin kalp atışını dinleyip duruyoruz...
Bu arada 13 Ocak'ta bebeğimizin cinsiyetini%40 tahmin edebileceğini söyledi doktorumuz:)
Bakalım gösterecek mi kendini bize?

Ben 2 canlı, 2 kanlı ve artık 2 KALPLİ karnındaki fasülyeye çok ama çok aşık bir kadınım!
Allahım miniminiciğimizi sağlıkla kucağımıza almayı nasip etsin.

Ve Rabbim isteyen herkese vakti geldiğinde bu müthiş duyguyu yaşatsın.
ŞİMDİ 100 KİLO BİLE ALABİLİRİM!
UMRUMDA MI?
ASLA!
YETERKİ O TOSUNCUK GİBİ SAĞLIKLI BİR BEBEK OLSUN.
KALBİM!
HEM DE İLK KALBİM!

6 Aralık 2011 Salı

YAZDIKLARI KADAR VARLARSA, DEMEK YOKLAR

Okumaktan soğutan yazılar vardır.
Cümleler sanki kurmak için kurulmuştur. 
Kelimeler yutulmuştur. 
Noktalama işaretleri uçmuştur. 
Her yazıda aynı konu. 
Zamanımı çalan, gözlerimi yoran onca yazı.
Yazıyı okurken sürüklenmeli insan sonunda ne olacak merakıyla.

Boşlukları doldurmaktan sıkıldığım kurmak için kurulmuş cümleler.
Hem de baş köşelere...

Kendini tekrar eden yazarları sevmiyorum. 
TARZ'ı budur diye FARZediyorum ama HAZetmiyorum! 
Edemiyorum. 
Okurken hazzım en azda kalıyor. 
Emeğe saygım sonsuz olsa da dikkatsizce yazılmış, ''bakın ben yazarım'' mantığıyla karalanmış sayfaları sevmiyorum. Onlara sorarsanız kimse onlardan iyi yazamaz. 
Oturup kendi yazılarını okuduklarında cümle düşüklüklerinin içinde parmakları bile kanamaz! 

Ben mesela ''sevdiğim için yazıyorum, yazdığım için seviyorum''. 
İyi yazmıyorum. 
Her kesime hitap etmeyi seviyorum. 
Bugün sana yazıyorsam yarın ona yazmayı seviyorum. 
Ona, buna yazdıklarımın içinde BENİ buluyor insanlar, hem de kendilerini. 
Bundan kendimi kendime yazma gereği duymuyorum. 
Kendimi yazarken bile başkalarını hedef alıyorum.
Kitlemi kendim seçiyorum. 
Sonuç olarak ben İYİ YAZMIYORUM sadece yazıyorum.
Ama güzel yazıyorum.

Hayal gücüm okurlarımın hayal gücüyle çırılçıplak dans eder.
Cümlelerim, okuyanların gözlerini yormaz. 

Saçmalarım, hayal kurarım, eleştiririm,  yüceltirim, severim, söverim. 
Ama ben hissederim. 
Aklım yaşımda değil başımdadır. 

Neden gazete okumuyorum?
Alın size cevap!
Her sayfayı zaptetmiş tırnaklılar yüzünden. 
Ojeleri olmasa nasıl parlak göstereceklerdi kendilerini merak ediyorum!!! 

Arkamızda Uluç yok, Cevizoğlu yok, Babaoğlu, Özdil yok. 

İSTESEK OLURDU!!!
AMA KİMSEYİ ARKAMIZA ALACAK KADAR ÖNLERİNE GÜVENMEDİK!



1 Aralık 2011 Perşembe

YAZMAK İÇİN YAZIYORSAM, OKUMAK İÇİN OKUYUN

Ben seviyorum.
Geceyi seviyorum, gecenin getirdiklerini seviyorum.
Yemeyi seviyorum, açlık ve tokluğun arasındaki o hali...
Uyumayı seviyorum, ayaklarımın ısınmasını seviyorum.
Doğan güneşi seviyorum, evin içinde dolandığı hali...
Yazı yazmayı seviyorum, gözlerin yazılarımda gezinmesini seviyorum.
Mutsuzluğu seviyorum, onca hüznün bana getirdiği mutluluk hali...
Seni seviyorum, beni seviyorum.
Senle beni seviyorum, yepyeni bir cana can katma halimiz...

Seni seviyorum.
Bizi seviyorum.

Aynı çatı altında yaşamak müthiş bir duygu. Seviyor ve seviliyorsan...
Kavga etmek paha biçilemez.
Şiddetli bir kavganın şehvetli bir barışması var evlilikte.
Aşk var.
Sevgiliyken mesaj yazmaktan yamulan parmakların, mesajları okumaktan bozduğun gözlerin hep dipdibe.

Nazar var. 
Kıskançlık var.
Haset var.

Tartışma olması bu 3'ü arasında çok doğal.

Bunların yanında;

Dua var
Hayranlık var.
Beğeni var.
Dilekler var.
Umut var.
Mutluluk var.

Bu 2. var listesi ilk listeden çok daha kalabalık olduğundan 
ve en başını DUA'lar çektiğinden BİZ VARIZ 
VE ALLAH ÖMÜR VERDİĞİ MÜDDETÇE VAROLACAĞIZ.

Dualarla yaşayacağız. Sevgilerle yoğrulacağız. Emekle yemeklenip, umutla yol alacağız.

Yazmak için yazdım.
Okumak için okuyun.
Ben beni yazmayı seviyorum.
Siz beni okumayı seviyorsunuz.

Dövüşüklü danış bu;)


27 Kasım 2011 Pazar

İÇİMDE 1 MERCİMEK BÜYÜTÜYORUM, BÜYÜYORUM

Sanki yeni doğmuş gibiyim.
6 Haftalık gibiyim. 6 haftadır hergün yeniden doğmuş gibiyim.
Küçük bir kadın gibi ama annemsi gibi ama BEGÜM gibiyim.
Karmakarışık duygular içindeyim.
EVET BEN HAMİLEYİM!!!
Bayram tatilimizi o kadar güzel geçirdikki... Ailem ve aile dostlarımızın bize gelmesiyle bütün İzmir'i gezdik. O da yetmiyormuş gibi Aydın, Bodrum dolaştık durduk. Yorucu ama bir o kadar güzel geçti. Hiç bitsin istemedim, hiç gitsinler istemedim. Ama günleri geldi ve saatler kaldı gitmelerine. Moralim sıfırın altında bir sayıdaydı ama hangisinde pek bilemedim. Bu ay hiç ihtimal vermesem de belki annem gitmez 1 hafta daha kalır diye 'test yaptım' ama gördüğüm tek çizgi beni yanıltmadı ama üzüldüm. Çünkü annemler gidiyordu ve kalması için 2 çizgilik bir sebebim yoktu. Hem griptim hem gariptim. Gittiler. Çok ağladım. Kendimi sudan çıkmış balık gibi hissettim. Hep gönderilmeye alışmış bünyem ailemi göndermeye dayanamadı. Yatağa düştüm.
En sevdiğim cumartesi gecesi bitmek bilmedi. Pazar günü çok tatsızdı. Alıştığım anneannemin tıkırtıları yoktu. Asıl ben pazartesi günü Tufan işe gittiğinde anlayacaktım eksikliği... Keşke gitmeseydi.
Ama gitti. Ekmek parası. Çalışmak zorundaydı. Öğleden sonra beni aradı, ''grip oldum, erken geleceğim eve.''diye... ''Gelirken test al'' dedim. ''Yine mi'' dedi. Kızdım ''sen al'' dedim. Nitekim aldı ve geldi. '' Kuşumuza çekirdek vermeye başladı bana da ''hadi sende yap şu testi yatacağım çok kötüyüm'' dedi.
Ben testimi yaptım ve yere bırakıp kuşun yanına gittim. ''Ne oldu yine tek değil mi'' deyince kızdım. ''Ne bileyim ben bıraktım yerde geldim'' dedim sinirli ses tonumla. Güldü. Hatta dalga geçti.
Sinirle gittim ve yerdeki teste bakakaldım. O da ne! İkinci çizgi silik bir şekilde bana bakıyor.
Tufaaaaaaaaaaaaaan!
'Hayal görüyorsun değil mi ikinci çizgiyi' dedi.
'Gel de bir bak' diyebildim sadece.
Geldi.
Baktı.
Begüüüm hamilesin, hamilesin Begüm, oldu, tuttu. Begümmmmm çift çizgi bu. Hamilesiiiiiiiin hamilesin hamilesin.. Oturduğumuz yerden (yer) zıpladık ve evin içinde koşturmaya başladık. Tam o sırada kapı çaldı. Sipariş verdiğim ayakkabım gelmişti. Sözde denemeden almayacaktık. Ama Tufan imzayı attı kutuyu aldığı gibi fırlattı ve kapıyı kapattı. Kaldığımız yerden devam ettik. Titriyorduk ikimizde. O kadar tuhaftıki hissettiklerimiz... Hemen kan tahliline gitmeye karar verdik. Tufan'da ne hastalık kalmıştı ne halsizlik...
Koştura koştura gittik tahlile. Kan verirken sanırım 35 tane soru sormuşumdur hemşireye. Net olarak duymak istediğim cevabı verdi '5 ve üzeri çıkarsa değeriniz hamilesiniz, en geç 1 saat içinde sonucu alabilirsiniz'.
O 1 saat... Geçmedi. Saniyeler saat hızında ilerliyor. Dakikalar 1 gün gibi geçiyor. O 1 saat 1 ay gibi geldi.
Yemek yedik ki zaman geçsin... Yediğimizden ne anladık ikimizde bilemedik.
Geldik hastanenin bahçesine geri ve Tufan 'ben dayanamıyorum belki çıkmıştır' dedi ve koşturarak gitti beni arabada bırakıp. Aradan 5 dakika geçti ve telefonla beni aradı 'Aşkııııııııııım hamilesin Kuran çarpsın hamilesin ballahi hamilesin'' diye bağırıyor bir taraftanda arabaya doğru koşuyordu. Gördüm ve arabadan indim. Hala telefondaydık yanyana gelene kadar. Arabaya bindik. O mutluluk o sevinçle ne yapacağımızı şaşırdık.
Tufan telefonu eline aldığı gibi kim var kim yok haber verdi. Ben birkaç yakınım dışında ilk başta kimseye söyleyemedim. Korktum 'ya kimyasalsa, ya dışgebelikse' falan diye... Doktora gitmeden rahatlamayacaktım. Ertesi gün doktora gittik. Alelade bir doktor. Sıradan. 16:30'da bizi çağırıp 18:15'te odasına alan bir doktor. Ama mecburduk.
Doktor kan değerimi sordu. 194:30 dedim. Evet gebesiniz ama henüz çok erken ultrasonda göremeyiz dedi.
Günde 2 dilim ekmek yemelisin, tuzu kesmelisin, ölürsün, o yok bu yok, şu yok... Sinirimi hoplattı. Neyse ben alacağımı almıştım ve evet artık hamile olduğuma inanmıştım. Sevdiklerimle tamamen paylaşabilirdim.
İçim içime sığmıyordu. Ama iyi bir doktor bulmalıydım ve o 1 hafta sonra görülecek mercimeğimizi o işinin ehli doktorda görmeliydik. Nitekim İzmir'in en iyi doktorlarından biri olduğuna inandığımız Kahraman Kolday'dan randevu aldık. 5. haftamda bize randevu verdi. Günler yine geçmek bilmedi.
En kötüsü azalttığım sigarayı bırakamadım.
İstanbul'dan kuzenim geldi sağolsun. İnsanlar bugünlerde belli olur. Yardıma pek ihtiyacım yok aslında ama düşündü ve geldi. Hamilelik yardıma ihtiyaç duyulan bir durum değil hamilelik yardım edebilme durumu belkide:)
Doktor günü geldi ve heyecanla sabah evden çıktık Alsancak'ta kahvaltımızı yaptık ve randevumuzdan 1 saat evvel doktorum kapısını çaldık. Ve saatimizi beklemeden odaya alındık.
Tufanla odaya girdiğimizde Kahraman Bey'in yakınlığı ikimizide etkiledi. Önce bana birkaç soru sordu. Daha sonra eline kalemini alıp bize tahtada yaşadığımız süreci çizerek anlattı. Ama öyle güzel anlattı ki... Sıra ultrasona gelmişti. Yani mercimeğizi Allahın izniyle görmeye...
Korktum. ''Ya yoksa, ya dış gebelikse, ya  ya ya ya..'' Tufan ve Dilek'i de çağırdı doktor.
''Bakın kese burda, bebek bunun içerisinde nokta şeklinde belirmeye başlamış bile, gayet sağlıklı gözüküyorsunuz''...
Dünyalar benim olmuştu. Yani bizim.
O an heyecandan ölebilirdim. Mutluluktan elim ayağım birbirine karışmıştı. Evet artık gerçekten bir anne adayıydım. Aslında anne bile sayılırdım ana rahmine düştüğü için meleğim...
Doktor Tufan ve tekrar masasına aldı. Ben ''size birkaç soru hazırladım sormak için'' dedim ki birkaç dediğim evvelki gece oturup 21 adet soru hazırlamıştım. :) Doktorumuz biraz ukala. Ama hakkı. Neden mi?
Çünkü sen sorularını sakla ben sana gereken bütün şeyleri anlatacağım, eksik olursa sen yine sorarsın dedi.
Şaşırdım.
Başladı anlatmaya. ''13 Aralık'a kadar olan süreç bu. Gerisini 13 Aralık'tan sonra konuşacağız''dedi.
Merdiven inip çıkmak yok, yolculuk yapmak yok, en uzun yolculuğun arabayla 1 saat olmalı. Uzun yürüyüş yok. Ani hareketlerden kaçınmalısın. Canın ne çekerse yiyebilirsin ama az ve öz ye vs vs.
Tam 1 saatini ayırdı neredeyse bize ve cümleleri bittiğinde bana ''gelelim senin sorularına bakalım'' dedi. Elime listemi aldığımda şok oldum. Çünkü sorularımın hepsine eksiksiz hatta fazlasıyla cevap vermişti. Evet aradığım doktor buydu. Ama tek sorunu vardı ''bana her istediğiniz zaman ulaşamazsınız, sekreterlerime her saat ulaşabilirsiniz, acil birşey olmadıkça ben çıkmam telefonlara'' dedi. Biraz üzüldüm ama sonrasında hak vermedimde değil. Benim gibi ruh hastası anne adayları varsa adam nasıl uğraşsın???
''Alo doktor bey şimdi karnım ağrıdı'', ''alo yaa benim başım ağrıyor'', ya doktor bey benim midem ekşiyor'', acaba ütü masasını kaldırdım kasıklarıma bir sancı girdi birşey olur mu'' gibi soorulara maruz kalmamak için adam en iyisini yapıyor bence. Bir hamilelikte en kötü olay kanama olduğundan, kanama olmadığı ve çok önemli bir sorun olmadığı müddetçe aranmak istemiyor. Bunca hastası olan bir doktor, onca sorulara cevap vererek oraya gelen hastalarını ihmal etmemeli sanırım.
Sonuç olarak elimizde bebeğimizin dosyası, verdiği kan tahlillerinin listesi ve 13 Aralık gününe aldığımız randevumuzla evimize döndük.

Ve bugün 6 hafta 2 günlük olduk. Büyüyoruz. Rabbim onu bize bağışlasın. Şuan çok sağlıklıyız.
Herhangi bir bulantı, kusma, baş dönmemiz yok. Arada karın ve kasıklara giren ufak ağrılar dışında pek bir rahatsızlığımız yok. Sağlıklı besleniyoruz, folik asitimizi günde 3 kez çiyoruz. Et yiyoruz, balık yiyoruz, süt içiyoruz, meyvemizi yiyoruz. İlk kez dün aşerdim ''ŞEFTALİ''... Ama yoktu mandalinayla bastırmaya çalıştım. Mevsimi değildi. Nereden bulacaktık!!! Ve bugün bulduk. Ama şu satırları yazana kadar aklıma gelmemişti.
Ve şimdi kuzenime ''şeftali kessene'' dedim ve 'kurban olurum' diyerek koşarak mutfağa gitti. Armutta doğruyor, bebeğim güzel olsun diye:) Ben kalkıp kesemez miydim yani şimdi? Keserdim ama ben bu yazıyı yazıyorum diye kuzenim hemen koşturdu. Gerçi ona 'bana şunu yap' dememe gerek kalmıyor, sürekli onu yapalım, bunu yapayım, süt içmedin, kayısı suyu iç'' diye hep peşimde. Allah razı olsun. Hakkını nasıl öderim bilemiyorum.

Netice itibariyle bu hafta kan testlerimizi hazırlayıp 13. Aralık'ta yani 8. haftamızda artık fasülye olacak olan mercimeğizin kalp atışlarını duymaya ve tahlillerimizin sonuçlarını kontrole gideceğiz. Sanırım bu 9 ay boyunca heyecan bitmeyek, sanırım bu 9 ay boyunca saydığımız günler hiç bitmeyecek. Şimdi 13 Aralık'ı bekliyoruz.

Hamileliğin bana ilk düşündürdüğü şey ''annem'' oldu.
Annemin hamileliğini, annemdeki beni düşündüm.
Benim güzel annemin prenses kızı anne olacak Allah nasip ederse...

Rabbim isteyen herkese bu güzel duyguyu nasip etsin.
Ben ve benim gibi bütün hamile arkadaşlarımı Allah bir avazda bebişlerimizi kucağımıza versin.

3 Kasım 2011 Perşembe

A ve Y BİRBİRİNE NE KADAR UZAK DEĞİL Mİ?

Birilerini memnun etmek için mi yazıyoruz?
Herkesin istekleri doğrultusunda mı yazmalıyız?

Yazmak, kelimeleri süsleyip biraraya getirip, alkış toplamak değil.

Yazarlığın en kolay bölümüdür yazmak.
Boş kağıtları umarsızca doldurarak yaz'mış olursunuz, resim çizerek de...

Her konu hakkında klavyesine gelişine basa basa, ahkam kesenler bile yazar oluyor bu memlekette...
Sadakat ister kalem.
Para, pul, şan, şöhret beklemez.

Oyuncak değildir kalem.
Magazin hiç değildir.

İknaya gereksinim duymaz bir yazar.
Tastiğe ihtiyacı yoktur.
Harflerden duvar örerken, dilini çok iyi kullanır.
Çünkü diline hakimdir.

Diline hakim olmayan bir yazar anlatmak istediklerini aktaramaz okura.

Oyuncak değildir kalem eğer çocuk değilsen!

Yüzme bilmeyenlerin,  başkalarının mayosuyla kıyıda boğulmasıdır yazarcılık.

Ben mi?
Ben kendi mayomla, kendi havuzumda yüzenlerdenim.
Evet iyi bir yüzücüyüm hem kendi çağımda hem de kendi çapımda.

Zevkle izlediğim büyük denizlere atlayacak olursam eğer, boğulmayacağımı biliyorum.
Büyük denizlerde deniz analarından korktuğum için kendi klorlu havuzumda huzurla yüzüyor,
komşu havuzlarda spor yapıyorum.

''Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur'' değil mi?


Unutmadan;

A ve Y harfleri birbirine ne kadar uzaksa, henüz alfabenin A'sını geçemeyenler için arada onca harf  varken Y'nin mertebesine ulaşmak o kadar zordur.


Sevgiler;

Begüm BAĞCI


1 Kasım 2011 Salı

FALIM FALLANMIŞ, YÜZÜM ALLANMIŞ:)

Fala inanma falsız kalma...
Ne boş bir söz değil mi a dostlar!
Herkes ne kadar da inanır oysa, kapı kapı dolaşır fal bakan var mı diye.
Yalan mı? Hanginiz ''geleceği görüyorum'' diye dolaşanlara inanmadınız?
Ya tesadüf ya kal gözü açıklığından bilenler olmuştur hayatınızı.
Rastlantısal olarak geleceği de bilmiş olabilir. Yoksa geleceği görebilen insan yoktur!
Ama ben de dahil hangimiz inanmıyoruz ya da inanmıyormuş gibi yapmıyoruz?
Benim kahveye olan bağım fal baktırmamdan gelir. Şimdi bildiğiniz günde 3 öğün kahve tüketicisiyim.
İstiklal caddesinde tarotcuları gezmişliğim, Çınarcık'ta ücret karşılığı ''kahve bahane yüzüne bakarım şahane'' tarzıyla korkarak dinlemişliğim, ''biraz önde otur, cinlerimi duymama engel oluyorsun'' diye kandırılmışlığım, yakın arkadaşlarımı ''atın hadi'' diye sıkıştırmışlığım ve ''hadi bir fal bak Begüm' diye zorlanmışlığım vardır.
Hangimizin yok?
Geçmişi söylediğinde ''aaaa kesin biliyor, görüyor, aman Allahım'' diye tribe giriyoruz. Oysa sende biliyorsun kendi geçmişini. Ve o kadar ortakki herkesin geçmişi birbiriyle...
''Hepimiz sevdik, hepimiz yola gittik, hepimiz terkettik ya da terkedildik, hepimizde göz var, hepimizi çekemeyenler var, hepimiz büyük sıkıntılardan geçtik, hepimiz yüzük taktık, çıkarttık, takacağız ya da çıkatacağız, hepimizin oğlu/kızı olacak, hepimiz kazık yedik, hepimiz tek çocuğuz tutturamadı 2 çocuğuz ama sorunlu kardeşiz... Vs vs...
Bana gelecekten haber ver!
Şimdiye kadar,  25 yaşımda Çınarcık'ta bilen çıktı geleceğimi, yani şimdimi...
''Sen 28 yaşında evleneceksin. 2 işe gireceksin  ve eskiden yüzük attığın, içinde T-A harflerinin olduğu biriyle evleneceksin. Güzel bir yuvan olacak, herkes sizi konuşacak. Kendi şehrinden uzağa gideceksin. Evinden ayrılacaksın. Arada daha uzatmak istemediğim ve çok fazla bildiği şey oldu bu geçen 3 yılım için 3 yıl evvelinden. Dediklerine göre beklediklerim var. 2012'de anne olacaksın. 29 yaşında yuvan oturacak tam bir aile ortamı olacak. Bıçak altına yatman olası.Bir düşüğün olacak. (Allah korusun) Elinin kalem tuttuğu bir iş yapacaksın. Onun yanında kendine ait bir işlin uğraşın olacak. 2 işi birarada yürüteceksin. Düşmanların var tipleri şu şu şu, gözleri hep yerinde, sözleri tek sen olacak. Zarar veremeyecekler. Uzak duracaksın.'' Falan filan...

Bunun dışında diğerleri gerçekten çöp. Şimdi biliyorum ''kim bu kadın, nerede, ne kadara bakıyor, telefonu var mı'' diye bir çok soruya muhattap kalacağım. Çünkü insan yaşamadan bilmek, hazırlıklı olmak istiyor herşeye. En azından ben öyle... Herkes gibi ''mutluluk'' aramıyorum ben fallarımda. Genelde ''kötülük''leri duymak istiyorum.

Fal işte. Kahvenin kahbe bir oyunu belkide...

Neyse...
FALINIZ FALLANSIN, YÜZÜNÜZ ALLANSIN:)

31 Ekim 2011 Pazartesi

ŞAKALAMACA , KENDİMİ YAKALAMACA...

Yazıp yazıp siliyorum. İçimin seli dışımın salına ayıp ediyor.
Yalancı çıkarıyor.
Saçma sapan bir yazı olacak bu farkındayım.
Okutmak üzere değil, okumak üzere yazıyorum.
Mecbur tutmuyorum oku! diye kimseyi.

Kendime yaptığım şakaları yine kendi kendime kakaya çeviriyorum.
Şakanın tadı bulunduğun yerin adıyla doğru orantılı.
Mesela şaka heryerde her zaman yapılmaz.
Ben kendime mutfakta şaka yapıyorum mesela.
Hoşuma gidiyor ve tek başıma çok eğleniyorum.
Ama en doğal ihtiyacım su içerken, kendime şaka yapamıyorum.
Boğazımda kalıp öleceğimi ya da zarar göreceğimi biliyorum.
Siz siz olun şakaları sevin. Kendinize şaka yapın yaptırın.
Ama dozlarını ve zamanlarını iyi ayarlayın ki hayatlarınız şaka olmasın.
Doğduğunda doktorun popona vurması ve senin ağlaman nasıl şaka değilse, pamuk tıkanıp, kefeni giyeceğin an'da şaka değil.

Aslında kakaların çok olduğu yerde şakaların ne kadar önemi var değil mi?

Bayram değil, 1 Nisan değil babam beni niye öptü?

Şakadır o şaka!
Eğleniyoruz şunun şurasında.

26 Ekim 2011 Çarşamba

SUSSAM SEL, KONUŞSAM DEPREM, YAZARSAM LAF OLUR.

Bazen yazmak istemiyorum.
Ama yazmak istemediğim an'ları bile yazmak istiyorum daha sonra.
Dış dünyamın salına herkes biner de, iç dünyamın selini kimse bilemez.
Herkesin merakıyım.
Kiminin özlemi, kiminin kızgınlığı, kiminin sevgisi, kiminin nefreti, kiminin özendiği, kiminin örneği...
Sonuç olarak herkesin merakı...
Aslında hak veriyorum onlara. Ben bile kendimi merak ederken insanların bana olan merakını yadırgamamam gerekir değil mi?
Bir iğne ipliktir gidiyor günlerim. Kimi kızıyor ' ne yazdın buralara' diye, kimi 'aaa kim yapar bunu', kimi 'tesadüf olamaz mı', kimi ' Allah yardımcın olsun', kimi ' tövbe tövbe', kimi 'Allah yapana 1000 katını versin'...

Paylaşmasam rahatlayabilir miydim bu kadar? Paylaşmasam korkum azalabilir miydi bir nebze olsun? Ben alışkın değilim böyle kötülüklere, kötü düşüncelere. Benin en büyük korkum karanlıkta elimi prize uzatıp lambayı açmak... Hani sanki elimi biri kapacakmış gibi.
Ama şimdi beynimi birilerinin kapma olasılığını düşündükçe korkuyorum, korkum tavan yaparken bedenim ve ruhum tabanla buluşuyor. Korkuyor(d)um.
Allah çok büyük!
Allah'a sığındıkça, insanlardan iç rahatlatıcı yorumlar aldıkça kendimi rahatlattım.
Büyü ya da tesadüf ne farkeder. Sonuçta eden kendine eder. Allah'ın büyüklüğüne şirk koşan, kalbini bozmuş insanların canlarını son nefeslerinde veremeyeceklerini düşündükçe korkmuyorum ne büyüden ne kimseden!  Benim kalbim temiz, benim vicdanım sağlam.

Ben azap sevmem, ben vicdan severim. İkisini bir arada hele asla tasvip etmem.
Bunun için yaşarım.
Yaşansın isterim. 

Dediğim gibi ben yazmadığım sürece kendimi eksik hissederim. Bazen yazmak istemem ama yazmak istemediğim zamanlarda bile yazacaklarımı biriktiririm. Bunu yazmayı ve paylaşmayı sevmeyenlerin anlamasını beklemem. Kızmam...

Acısı ve tatlısı bu hayat benim. BİZİM. Kabul eden ya da etmeyen. Hazmeden ya da edemeyen. İyi niyetle özenen ya da çekemeyen... Bu hayat bizim!

Gelecek ne getirir bilemem ama geçmişin bizden götürdükleriyle bugünümüz sağlam. Geleceğe yatırım oldu geçmişte isteyerek ya da istemeyerek kaybettiklerimiz.

Şuan hayatta en çok sevdiğim 4 insandan 2'si yanımda. Biri anneannem diğeri kocam...
Ben daha ne isterim! Anam babam olaydı bir de değmeyin o zaman keyfime...

Yazmak istiyorum.
Mutluluğumu, mutsuzluğumu herşeyimi yazmak istiyorum.
Çünkü anca ben yazdığım zaman ben olabiliyorum.

SUSSAM SEL, KONUŞSAM DEPREM, YAZARSAM  LAF OLUR.

LAF OLSUN DİYE YAZIYORUM...

Keyifli, keyifsiz, haset, sevimli, özel, güzel, nasıl hissediyorsanız o tarz okumalar...

Saygılar ve Sevgiler
Ayrıca İYİ GECELER;)

14 Ekim 2011 Cuma

Işıkların Hızı Onların Kızı...

Işıkların Hızı Onların Kızı



İstediğin müziği aç.
İzmir manzaralı balkonuna geç.
Bir yerlere yetişmeye çalışan arabaları, içi dolu olan otobüsleri seyret.

Karşı tarafın ışıklarına bak umursamazca.
Belki sana yepyeni isteklerini kendi hızlarıyla getirirler.
Neden olmasın?
Senin her istediğin olmadı mı hem? 
Bal gibi oldu. Yine olacak. Sen istedikten sonra yine başaracaksın. 

Gece güzel. Eh biraz kafamda güzel...
İçmemeye hazırlıyorum kendimi böyle içerek. 

Gece farlarını yakıp geçen bisiklet topluluğu paslanmış bibloya dönen, arka balkona tıkılmış bisikletleri getiriyor gözümün önüne. Henüz selesine popomun varamadığı... 
Pardon 1 kez poz vermek için oturmuştum... 

Sevmem yalanı. Beceremem. Becereni hemen anlarım! 

Neyse.

Çok güzel bir gece aslında...
Arabalar vızır vızır, otobüsler dolu geçiyor hala bu saatte. Cuma gecesi...
Gerçi İzmir'in gün ayrımı yok. Ama benim var.

Müziğin sesini biraz daha açtım. Karşı ışıklara baktım. 
Gördüğüm arabaların içindekileri hayal ettim. Mesela içlerinde kimin ya da kimlerin olduğunu, nasıl yerlerde oturduklarını, evlerinin dekorasyonunu, nasıl yerlere takıldıklarını, konuşma tarzlarını, yaptıkları işlere kadar düşündüm. Sahi ben bunları hep yapardım evlerin pencerelerine bakarak. Tepemden uçak geçerken ''hangi şanslı nereye uçuyor'' acaba diye düşünürdüm hep. Nerden biliyordum şanslı olduklarını, belki bir ölüm haberi alıp ağlayarak uçuyordu biri, belki iflas etmiş bir adam terkediyordu şehrini, belki aşk acısından nereye gittiğini bilmeden gidiyordu biri, belki hasta haberine koşturuyordu biri...
Ben hiç felaket getirmedim aklıma, ne kendi ne yakınlarım adına. Felaketimi yazmak isteyenler olduysa da...

Felaket tellalıyım. Önce kötüsünü düşünürüm iyisi sürpriz olsun diye. Bu başka bir pencere kocaman dev apartmanımda.

Dönerim birazdan bir duble daha rakı koyacağım kendime...

Döndüm.
Fonda Sezen Aksu çalıyor. Aşağıdan kalabalık bir grup geçiyor. Sanırım öğrenciler...
Bende öğrenciydim bi dönem.
Sabaha karşı Göçmenköy'de ki börekçiye gitmiştik açlıktan cebimizdeki son paramızla...
Gözlerim mi doldu ne!
Yok bana öyle gelmiş.
Hatta bir keresinde paramız bittiğinde midemizin üzerine bastırarak uyumuştuk açlığı hissetmeyelim diye...
Annemi o saatte uyandıracak halim yoktu. Aslında varmış. Gecenin bir körü besinsizlikten vücudumdaki demir tükendiğinde 2 gün hastanede serum yemek için yattığımda uyandırmıştım uykusundan... Densiz ben. Bok ben! Ne kadar düşüncesiz hain bir evlatmışım ben!

Ya şimdi?
Ah! Keşke zamanı geri alabilsem de onları hiç üzmeseydim.
Her evlat üzüyor işte anasını babasını. Üzmedi diyen ana baba yalan söyler.

Biliyor musunuz çok korkuyorum asi bir evlat sahibi olmaktan. Bana ''sanane'' dediği an ben öleyim daha iyi...
Kahrolurum. Mahfolurum. Bak gözlerim doldu bile.
Ya anasını babasını sevmeyen bir evlat olursa? Ya söz dinlemezse? (ki hangi evlat dinliyorki)!

Kendim yazıp kendim ağlıyorum yine...
Saçmalamıyorum ama!
Korkuyorum.

Bir baba evladına bağ bağışlamış, evladı bir salkım üzümü çok görmüş'ü yaşamaktan korkuyorum.
Ben çok görmedim ama. İstesinler o bağ onların olsun. Ben seyretsem bana yeter.

Ah be!


Karşı tarafın ışıkları!!!!
Bok yediniz işte. Beni taaa nerelere, nelere, nerden nereye zıplattınız!

Düşünce gücüm terledi ışıkların ötesinde.
Sulandırmaya hiç gerek yok.
Hasta olurum yoksa!






2 Ekim 2011 Pazar

Daha Erken Değil mi?


Kısa ve öz: Bize göre değil. 
Gezeceksin tozacaksın da n'olacak? Gezmedik mi? Tozmadık mı?
Yurtdışı mı? Allah nasip ederse alırım çocuğumu giderim. Biraz ortalıklara çıkınca...
Yaşım 28 dolu dolu, Tufan 35 dolu dolu... Tek boşluğumuz bir bebek...
Hayırlısıysa olsun diye dualar ediyoruz. 
Çocuklu arkadaşlarımın kimi '' bekleyin biraz daha gezin'' derken, bir kısmı '' ahh neden bu kadar beklemişim'' diyorlar... 30'a kadar mı bekleyeyim? Tufan 40'ını mı beklesin yani?  Ya tek çocuk düşünmüyorsan?
Hem zaten ha dedim mi olmuyor çocuk. 

Hep derdimki ''anneannem beni gelinlikle görsün, mutluluğumu görsün'' şimdi de ''torununun çocuğunu görsün'' diyorum. Görsün ama be... Nasıl mutlu olur! Beni yıkadığı gibi benim oğlumu/kızımı da yıkar. 
Anne olmayı istemek kalpten gelir birsüre sonra ruha iner en son bedene düşer.
Evet ben anne olmak istiyorum annem gibi. Benim annem gibi. 
Allah hayırlısıyla nasip etsin demekten kendimi alamıyorum. Hemen hemen her gün yatıyorum bu cümle, kalkıyorum bu cümle. Tufan'ı anlatmama gerek yok deli oluyor, benden çok istiyor baba olmayı...
Biliyorum dünyanın en güzel babası olacak o... 
Biliyorum çok sevecek evladını o...
Benim pabucumu dama atmasından ne kadar korksam da, ona o duyguyu yaşatmayı herşeyden çok istiyorum.
İstiyorum eve çok ama ''hayırlısıysa'' istiyorum.

Kız mı istersin, erkek mi? Bu sorunun cevabı hep ''sağlıklı olsun n'olursa olsun''dur. Evet aynen öyle. 
Kaç çocuk istiyorsun? '' Tek çocuk olduğum için tek bırakma taraftarı değilim, ama tabi Allah bilir''...

Bundan 2-3-4-5-6-7 yıl önce bir evlilik yapmış olsaydım evlendikten hemen sonra çocuk yapmayı düşünür müydüm? ''Hayır düşün(e)mezdim çünkü ben daha çocuktum''.

Dua ediyorum sözlü, içten ve şuan yazılı:

Allahım sen evladı olan herkese evlatlarını bağışla, onlara sağlıklı bir hayat nasip et. 
Doğum yapacak, hamile olanlara sağlıkla, sağlıklı bebişlerini doğurmalarını nasip et. 
Anne olmak isteyen bekarlara hayırlı birer kısmet ve sağlıklı bebişler, evli olan benim gibi bütün kadınlara sağlıkla, huzurla, HAYIRLISIYLA güzel müjdeli haberi nasip eyle.... 

Ne diyelim kısmet...

Evlenmeyen, doğurmayan kalmasın. Ama Tayyip'in dediği gibi 3'er 3'er değil, sağlıklı, cebinin, bedeninin  ve ruhunun yettiği kadar... 


Amin!

1 Ekim 2011 Cumartesi

EV'Lİ'LİK SEVENE GÜZEL!


Ne güzel.
Herkes evleniyor. Birbirini gerçekten sevenler yuvalarını kuruyorlar... Bundan 2 ay evvel bizde kurduk. 

O heyecanı, o sıkıntıları, o gözyaşlarını, o korkuları, o duygu karmaşalarını, o stresleri, bütün inişli çıkışlı duyguları bir(e)bir yaşadık. Bazen anlatamadık bazen anlatmadık. 
Gelin olmak her genç kızın hayalidir. Gelin olanı herkes kıskanır. Evli olsa bile...
Misal ben yeni gelin olan arkadaşlarımı gördükçe o günüme geri dönüyorum. Gelinliğimi, düğünümü, o müthiş geceyi, dans edişlerimizi, şuursuzca göbek atışlarımızı anımsamaya çalışıyorum. Anımsamaya çalışıyorum çünkü kare kare geliyor insanın aklına. Videoyu izlediğinizde kendi düğününüze şahit oluyorsunuz. 
Allah evlenen çiftlerin üzerinde melek yaşatırmış, şeytanlardan korusun diye.

Evlilik! Ne kadar güzel şey. Ne kadar zor şey. Deli işi. Bebek işi... Evlilik! Çok şey! Herşey!
Her genç kızın derdidir 15 yaşından itibaren yuva kurmak bakmayın ''evlenmem ben, aman adam mı var, yok yok ben asla, deli miyim ben evleneyim, amaan bütün evlenenler boşanıyor hem, bana göre değil evlilik'' vs. bu lafları hepimiz hayatımızda duymuşuzdur birilerinden ya da kendimizden. Ben henüz geçen yıl ''evlilik bana göre değil  ben asla yapamam'' diyordum. Bu ve bunun gibi cümleleri kullanan her dişi muhakkak eşini aramak için gözleri felfecir okur. Yılana sarılır. Denize atlar. 

Taze gelinim ben. Ukalalık yapıp boş beleş konuşamam. Anca 2 ayı aşkın süredir neler yaşadığımı, hissettiğimi, tecrübe ettiklerimi paylaşabilirim. 

Evlendiğim ilk bir kaç gün ''kaçamak' yapıyormuşum gibi gelmişti. Balayını kafamda sürekli ''dönünce babaevine döneceğim'' düşüncesiyle savaşırken buldum kendimi. Yıllarca yaşadığın evinden 1 gecede 1 imzayla başka bir eve geçiyor olman tuhaf. Neden mi başka bir ev? Her ne kadar kendi zevkine göre, kendi isteklerine göre yerleşsen bile benim evim diyebilmek zaman alabiliyor. Ben daha yeni yeni benimseyebildim. Bakmayın siz ''evim, evim'' yazdığıma ilk zamanlar...
Tufan'dan izin alıyordum buz dolabından bişi alacakken... Onun ne kadar kızdığını buraya yazmayacağım:)
Geçiş dönemi...
550 km uzağa geldim, ondan başka kimsem yok burada. Ve artık sevgili değiliz. Evet sevgiliyiz ama değiliz.
İlk zamanlar uyuması bana çok koyuyordu, oturup ağlıyor enteresan seslerle onu uyandırmaya çalışıyordum. Mesela kumandayı bilerek yere düşürüyordum. Ya da pikeyi öyle bir çekiyordum yerinden hoplatıyordum. Ara sıra korkarsam eğer hala yapıyorum:) 
Evlenince insan alınmayacağı şeylere alınır hale geliyorum. Allah'tan ikimizde farkındayız geçiçi bu alınganlık. 
Mesela çöp dökme işi Tufan'a ait bizim evde. Eğer bana surat asıp, söylenirse ben hemen tripleniyorum. 
Elimde değil işte hemen ağlıyorum. 
Şehir değiştirmiş olmanın verdiği özgüven eksikliğini yaşıyorum.
Akşam eve döndüğünde beni öpüp hemen kuşun karşısına geçip ona sevgi göstermesi bile beni en az 3 kez ağlatmıştır mesela:)
Evlilik ve sevgilili arasındaki en büyük fark şu: Sevgiliylen her görüştüğünde gözgöze, elele, dipdibesindir. Çünkü vaktin dardır. Ve vaktin en fazla 15 saatse bunun abartısız 14 buçuk saati muhakkak temas halindesindir. Yarım saati de telefon görüşmeleri, tuvalet ihtiyacı diyelim...
Evlilikte ise 7/24 yanyanasın. Karışanın görüşenin yok. Tabiki yanyana uzanıp film izliyorsun, tabiki sevgili gibi vakit geçiriyorsun, sokakta yine elele yürüyorsun, yetmedi sarılıyorsun. Ama yeri geliyor ayrı koltuklarda pinekliyorsun. İşte bu ayrı koltuk olayı bana ilk başta ne kadar koymuştu anlatamam. Off diyorum size...
''Ama sen sevgiliyken benim dibimden ayrılmazdıııııııııııııııııııııııın, n'oldu evlenince değiştimi, ben annemiiii özlediiiiiiiiiiiiiiiiiim, sen artık beni sevmiyorsuuuun, tamam bundan sonra sakın yanıma gelme, bari burda uyuma git yatağına uyu!'' gibi salya sümük çok ağlamışlığım var bu 2aylık süre zarfında. Ağzımdan bunlar çıkarken yüreğim başka tabi...
Bende istemiyorum sürekli yapış yapış, yapışık ikiz gibi evin içinde dolanmayı. Bende istemiyorum daracık koltukta 2 kişi oturup sigara içemeden fil, dizi izlemeyi. Ama işte oluyor.
Tartışmalar çok fazla. Öncü değil ama artçı. Evlilikte doğabilecek bütün depremleri artçılar halinde atlatabiliyorsanız, büyük bir deprem size uğramaz. Konuşmak lazım yeri geldi mi susmak, susuşunla karşındakine derdini anlatmak. 

Evde en paspal, uyanmış halini gören adama yine de güzel gözükmeye çalışmak, sana hayranlıkla bakışını izlemek, hayran hayran ona bakabilmek, iğrenmemek, canı acısa canının acıması... Bunlar çok güzel.
Bir evde 1 can haline gelebilmek... 
Allah bütün genç kızlara nasip etsin.

Ama evlilik 'sevmeden' girilmemeli. Üstüne basa basa yazıyorum azıcık olsun sevginiziden şüpheniz varsa sakın ama sakın EVLENMEYİN! Sevmediğiniz adama tahammül etmeniz mümkün değil aynı evin içerisinde. 
Evlilik bir kaçış değil evlilik kapanış. Bir dünyaya 4 ayakla dalış. Sevdiğin adama ne kadar kızarsan kız, küsersen küs en fazla 1 saat sürüyor küsüşler. Fakar eğer sevmiyorsan bu 1 hafta, 1 ay derken boşanmayla sonuçlanabiliyor. ''Ama o beni seviyor'' yok öyle bir cümle! O seni seviyor diye onun anca sana olan sevgisini sevebilirsin. Peki ya senin onun kişiliğine, yüzüne, kaşına, kalbine, beynine olan sevgin? İşte bunların 1'i bile eksik olursa gitmez, yürümez! Bütününü sevmelisin eğer evleniyorsan. 

Herşey bir kenara,
Elleri ve ayakları benim gibi hiç ısınmayanlar varsa size bir sır vereyim mi; 

Gerçekten seviyorsanız,
gece uyurken artık ASLA üşümüyorsunuz.


27 Eylül 2011 Salı

O NEYDİ BE!

Dün diş doktoruna gidip Çarşamba günü için randevu aldığımızı yazmıştım. İşte plan kuruyoruz Allah bize gülüyor. Aynen yaşadım bu sözü. Dişim gün içerisinde hafif hafif inceden inceden ağrıyordu. Hemen bir apranax fort alıp kestim ağrıyı. Yaklaşık 3-4 saat etkili geldi sonra yine inceden inceden başladı sızı... Bir apranax daha aldım. Tam geçmedi ama iyiydim. Akşam saatlerinde öyle bir ağrı başladıki o acıyı yazmaya kelime bulamıyorum. Bu arada Tufan'da rahatsızlandı, terledi, halsizleşti. Kalktım hemen hasta çorbası yapıp bir güzel içirdim, uyuklamaya başladı. Terlemesi gerekiyordu. Ağrım çoğalınca Tufan Çiğli'de nöbetçi eczane bulup, kas gevşetici özelliği olan başka bir ağrı kesici almaya gitti. O ilacı içtim, biraz sarımsak, biraz gargara, biraz tuz bastık. Geçer gibi oldu. Tufan yine uyuklamaya başladı saatte epey ilerlemişti. Top oyunu oynuyordum ve bitince Tufan'ı kaldırıp ''hadi yerimizde uyuyalım'' diyecektim ki yine başladı... Hafif hafif başladı, biraz daha hızlandı, bütün çeneme dağıldı, sağ tarafım uyuştu, başımın sağ arka alt kısmından kan fışkıracakmış gibi birşeyler olmaya başladı. Daha evvel yaşamadığım bir ağrıydı bu benim... Tufan'da hasta olduğu için ona hiç dokunmak istemedim. Ama ölmek istiyordum o an! O nasıl bir acıydı! Nasıl! İnternetten diş duası diye bir dua buldum başladım 7 kere okumaya. Ne kadar konsantre olabildim orası meçhul!
Kalktım pc başından diğer koltuğun üzerine geçip, sedye pozisyonunda, sağ elimi sağ yanağıma bastırarak, kafamı yastıkların arasına gömmüş bir şekilde ağlamaya başladım. Saat 02:00'a geliyordu ya da geçiyordu...
Nefes alamadığımı hissettim, böyle bir sancı yoktu. Diş ağrısının kabir azabının 1000'de 1'i olduğunu duymuştum. Sanırım artık namaz kılıp, oruç tutup, kendimi ibadete verme zamanım gelmiş benim!
Tufan kısık sesimle ağlamama zıplayarak 'ne oldu aşkım, dur tuz basalım, dur tuzlu su gargara yap, dur hap'' vb. şekilde uyanıp beni rahatlatmaya çalışıyordu. Tövbe estafurullah ama ağzım sağa kaymıştı, rengim bembeyaz ve konuşacak durumda değildim. Tufan bana odada duran Fanta'yla bir hap daha içirdi 'keser' diye... Kesmedi. Arttı. Abardı. Coştu. Tufan tekrar nöbetçi eczaneye giitti dişinol almaya. Dişinolu resmen ağzıma boca ettik. Ve Tv karşısına uzandık sağ elimi sağ yanağıma bastırarak uyumaya çalıştım Nihayetinde 1 saat uyudum. Nasıl uyumak denirse.Saat 06:00'a doğru yattığımız yerden sanki uyuşturucu müptelası edasıyla fırlayıp dişinol, tuz, sarımsak, hap ne varsa ağzıma boşaltmak istedim. Ben o hışmıma ve ağlamama Tufan uyanıp evin içinde koşturmaya başladı. Ne bulursa dişime sürmek istiyordu. Ama ben hepsini yapmıştım ve bir faydasını göremiyordum. O ısrarcı oldukça ''yaptım onuda. yaptım bunuda'' demeye çalışarak büyük bir efor sarfediyordum. Tufan ise hala ısrar ediyordu. Ens sonunda yapmadığım tek şey rakıydı. 2 adet boş şişemizin dibini bir pamuğa dökerek dişimin üzerine bastırıp ısırttırdı. Isırabilmek ne mümnkün ben ağzımı kıpırdatamıyordum... Ağzımdan geldiğince yapmaya çalıştım. Bu kez tutturdu ''hap iç'' diye... Dişimi kurtarayım derken karaciğerimden olacağım diye söylenmek istedim ama kimbilir o cümleyi nasıl kurdum. Şuan bile bunları sizlerle paylaşırken net olarak hatırlayamıyorum yaşananları. En gerçekçi hatırladığım beni tüketen ve öleceğimi hissettiren o beter ağrıydı...
Tufan ''sabret aşkım az kaldı açılacak dişçiler, ya da gel o beğenmediğimiz acile gidelim'' diye konuşuyordu. Onu duyuyordum ama tepki veremiyordum. Ben dün gittiğimiz doktoru istiyordum. Saat 07:30 olmuştu ve ben hala zıpzıp zıplıyordum. Kafamı Tufan'ın göğsüne yatırıp ona yalvarmaya başladım.
''N'olur geçsin aşkım, söz ver bana geçecek değil mi, bitsin n'olur, azıcık dinsin n'olur'' diye ağlıyordum.
Tufan'ın halini ne siz sorun ne ben söyleyeyim...
Ellerimi açtım başladım dua etmeye ''Allahım n'olur al bu acıyı, alma tamam ama en azından hafiflet, Allahım n'olursun n'olursun duy beni, geçir yarabbim'' ...
Geçmiyordu daha  artıyordu, içim kıyılıyordu, beynim patlayacak gibi oluyordu, az sonra öleceğim sanırım can veriyorum gibi geliyordu. Ölümden değilde böyle inleye inleye ölmekten korkuyordum.
Saat 08:15 gibi evden yangın varmış edasıyla fırladık sokağa. O baytarlara bile razı gelebilirdim belki ama ya daha kötü ederlerseydi beni...En iyisi doktoru beklemek, 09:00'da açar dedik. Açmadı. 10:15 dedi. Başladık Bostanlı, Karşıyaka deli danalar gibi yuvarlak çizmeye. Bir sigara daha bir tane daha dumanı keser mi acaba?

Sağa kaymış ve resmen heceleyerek konuşabildiğim ağzımla Tufan'a ''bu dünyada kaç kişi var'' diye sordum.
''7 milyar desek herkes mi el açtı dua ediyor bugün bana sıra gelmiyor, duymuyor mu Allah beni'' diye hecelemeye başladım. Ahh ne acı çekiyordum!

Ve saati geldi. Doktorum sağolsun çok ilgilendi. Ve yıllar önce kanal tedavisini yarım bıraktığım dişimin dolgusu kırılmış, etinde büyük bir iltihap oluşmuş ve yayılmış. Tufan'ın elini sıka sıka tedavimi oldum, geçici dolgum konuldu ve ağrım yavaş yavaş geçmeye başladı. Şuan size bu satırları yazarken uykusuz, gözler şiş ve mahmur bir şekilde yazıyorum.

Birine ''Allah belanı versin'' demeden evvel iyi düşünün, nasıl ne şekilde geri döneceği belli olmaz.
Ben beddua edeceksem artık ''Allah diş ağrısı versin'' diyeceğim.
Aman yok yok kimseye beddua etmeden bana gelen bu diş ağrısı, birde edersem yine bana döner gelirse bu kez ölürüm.

Allah düşmanıma bile vermesin!
Asla etmiyorum ve etmem ama edersem eğer benim ALLAH BELAMI VERSİN.

Ben şimdi iyiyim;
11 dolgu olacak,
2 kanal tedavisi uygulanacak ve
1 adet çekilecek bir ağıza sahibim.

Herşey tamam ama...
Hakikaten o neydi be!


26 Eylül 2011 Pazartesi

Dişlerimin fişleri çekilmiş!

Diş ağrısı hiçbirşeye benzemiyor. Bir de taş düşürme nam'ı değer böbrek ağrısı...
İkisinide dibine kadar çekmiş bir insan olarak yazıyorum!
Böbrek sancısı adamı intihara sürükler çaresi bulunana değin her an kendini bir yerden atabilirsin!
Diş ağrısıysa kafanı duvarlara vurmana ve beyin kanamasına sebep verebilir.

Gelelim diş ağrımıza. Neden mi ağrımız?
Çünkü karı koca karşılıklı diş ağrısı çekiyoruz biz 2 gündür. Sarımsakları bitirdik dişlerimize soka soka... Apranax fort yarıya indi. Biterse yandık!
Bugün Karşıyaka'da ismini hatırlamak bile istemediğim bir diş hastanesine gittik.
İkimizi ayrı doktorlara vermiş olmalarına mı kızsam yoksa doktorların baytarmışcasına davranmasınamı bilemedim! Benim baytarımın adı Suat, Tufan'ınkiyse Levent.
İçeriden bir kadın ''Begüüüüüm Baaağcııııııııııı''diye bağırdı ve odaya girdim.
Doktor: ''Otur''.
Yaklaşık 5 dakika telefonuyla oynadıktan sonra ellerine eldivenlerini geçirip.
Doktor: ''Aç ağzını! Şikayetin ne?
Ben: '' Şimdi doktor bey benim dişim çok ağrıyor, birinde de kır..''
Doktor'' Tamam aç!
Ne bokuma taktıysa ellerine o eldivenleri! Bir göz attı gözünün ucuyla ve 14 ve 46 numara çekilecek dedi sekreterine.
Ben: Antibiyotik falan kullanmam gerekmiyor mu?
Doktor: Al bunu çık cerrahiye git çektir!

Ben: ALLAH belanı versin pislik herif! (Tabi içimden)

Çıktım kapıdan karşımda Tufan. Ama nasıl sinirliyim, dokunsalar ağlayacağım!
Tufan' henüz girmemiş bile. Neyse onunda adı bağrıldı ve girik beraber odaya. Benimkinden azıcık daha kibar ama yine çekilecek diyen bir doktor.Ben başladım kendi kendime söylenmeye.
Tufan'da bana... ''Ben sana demedim mi bu hastaneye gelinir mi'' diye.
Bende sonuçta diş hastanesi, sıkıntımızla ilgilenirler sandım ne bileyim ben böyle baytarlarla karşılaşacağımızı!

Çıktık oradan ve oraya gelirken gömüş olduğumuz bir apartman dairesinde bulunan son teknolojileri barındıran bir muayenehaneye girdik. Adam kibar, kültürlü, iyi bir dinleyici ve iyi bir anlatıcı. Belliki işini iyi yapıyor. Tufan'ı muayene ederken diğer taraftan sıkıntıların neler olduğunu anlatıp notlar alıyor.
DOKTOR:Bir adet çekilecek 1 adet kanal tedavisi uygulanması gerekecek ve dişlere temizleme yapılacak. Ücretide şudur.
Sıra bana gelince hafif soğuk ter dökerek oturuyorum o berbat koltuğa.
DOKTOR: Eşinizin uygulaması biraz uzun sürecek yalnız. Bayağı sorun var.
Tufan: Nasıl?
Ben: Evet 3 köşedede birer tane düşen dolgu, kırılan diş ve kök var.
DOKTOR: O kadar olsa iyi.
Tufan&Begüm: ???
Doktor: 11 ADET DOLGU, 2 KANAL TEDAVİSİ, 1 ÇEKİLECEK DİŞ VE EN SON TEMİZLİK...

Şok oldum. Ağzımın kimi zaman mecazen bozuk olduğunu bilirdim ama gerçek anlamda böyle bir ağıza sahip olduğum hiç aklıma gelmezdi. Belli etmesemde Tufan'dan biraz utandım aslında. Bir ağızda 11 adet dolgu yapılacak diş olması ne demek? 2 adet kanal ve 1 adet çekilecek diş. Geriye ne kaldıki???
Tufan tabi benimle dalga geçmeye başladı sonra bende kendimle...
Meğersem ben alt dişimin ağrı yaptığını sanmışım ama üst dişimmiş beni zıplatan!
Doktora çok teşekkür ettim ve ''sayenizde yanlış dişime sarımsak soktuğumu anladım'' dedim.
Adam güldü.
Neyse işte.... Çarşamba akşamı 17:30'a randevu aldık. İkimizde çekilecek olan dişlerimize veda edeceğiz ilk etapta. Sonra 15 günlük bir ara (taşınma sebebiyle)... Daha sonrasında başlasın 11 dolgu 2 kanal tedavisi ve temizlik...

En korktuğum doktora işim düştü. Bakmayın aslında bunları yazarken bile diş ağrısıyla savaşıyorum az evvel sustum. Ağlıyordum avaz avaz. Tufan şuan eczaneye gitti bana dişinol ve ağrı kesici, kas gevşetici almak için.
Dayanılacak gibi değil gerçekten. Dişlerimin yapımı sırasındaki maceralarımıda sizlerle paylaşacağım. Eminim hepinizi soğutacağım dişçiden:)

Bu arada diş bozukluklarının hamilelikte bebeğe kadar zarar verdiğini öğrendim. Anne olmayı isteyen bir insan olarak onun hayaliyle dişimi sıkamayarak oturacağım o koltuğa. Hayırlısı...

Anlayacağınız benim dişlerim fişlendi!
Şimdi ''nazar nazar'' diyecekler...

Bende bozuk olan ağzımı mecazen daha da bir bozacağım!
Yiyeyim diyeceğim nazarını!
Ulan ağzımda diş kalmamış diş!

19 Eylül 2011 Pazartesi

HEPSİ BU!

Bilmediklerimi bilmeyi yine istemezdim ben.
Bildiklerimi unutmayı bile isteyebilirim aslında.
Çok rahatsızım.
Oysa doğuştan rahat değil miydim ben?

Fark ne?
Farkım ne?
Bir farkım yok'muş aslında.
Bende herkes gibiyim.
Herkes ben gibi.

Ben beceriksizim.
Ben biraz alınganım.
Huysuz ve kaprisliyim.
Ben sakin gibi gözüken asiyim.

Bazen hiç umulmadık bir cümle benim yüreğimin sayfalarının yırtılmasına sebep olabilir.
Mutsuz olabilirim.
Mutlu olabilirim.

Çocuk gibiyim.
Kadındır sıfatım ama yüklemlerim çocuk...

Ben bilmem öyle dişiliği.
Ben bilmem öyle kıçımı sallayarak salınmayı.
Ben 90-60-90 değilim.
Ben yer cücesiyim.
Karamürsel sepetide diyebilirsiniz bana...

34 numara ayaklarım var.
Ufağım. Ufaklığım.
''Anaa kadına bak bee!'' diyemezsiniz bana asla en sexi kıyafetler içinde görseniz bile.


Benim artı bir özelliğim ya da güzelliğim yok.
Benim elimden gelen bir özel yeteneğimde yok.

Ben anca yazarım.
Yazar yazar bozarım.

Ben selülitleri olan, tırnakları 2 gün uzunsa 5 gün kırık olan,
ojeleri sürekli çıkan, tırnağı doğru düzgün oje tutmayan,
ayak tırnaklarına oje sürdüğünde parmakları gözükmeyen,
dar kıyafet giydiğinde göbeği fışkıran,
favorileri olan, kollarındaki kılları erkeklere rakip olabilecek boyutta olan,
saçları uyandığında kabarık, gözleri herkes gibi çapak dolan,
ağzı kokan, ufak elleriyle bir çok şeyi tutamayan, düşüren, kıran, sakar,
terleyen ama ter kokmayan,  nasırlı ufacık ayaklara sahip,
dişleri tuvalet taşı haline gelmiş, diş etleri doğuştan mor,
klasik giysileri sevmeyen, içinde kendini o giysilere ait hissetmeyen,
bakımsız, üşengeç, ağlak tuhaf biriyim ben işte.

Ordan çok mu güzel sandınız beni?
Çok özel?
Çok düzenli?
Çok sexi?
Çok bakımlı?

Maalesef!

Ben güzel ruhumun önüne geçen çirkinliğe sahibim.
Ruhum çirkin gelene anca güzel gözükebilirim.

HEPSİ BU!

18 Eylül 2011 Pazar

Sabahın tam 3'ündeyim, iç sıkıntımın en gücündeyim.

Hava biraz serinledi.
Üstünü örttüm senin.
Az evvel açtın gözlerini ''n'apıyorsun'' dedin.
'Yazıyorum' dedim sana.
Hemen daldın yine o benim kavuşmakta zorluk çektiğim uykuna...
Sana gelen uyku bana neden gelmiyor?
Senin kokunu daha çok seviyor uyku.
Beni dışlıyor.
Belki ben kötü kokuyorumdur.
Veya korkuyorumdur.

Soruyorlar 'özlemiyor musun İstanbul'u' diye.
Ben ağlamayı özlüyorum bazı bazı.
İçten ve katıla katıla...


Kimsenin anlamayacağı yazılar yazmak istiyorum.
Benim bile...

Hani sürekli mutlu olmamalı insan derler ya, ben işte sürekli mutlu olduğumdan kendime ağlamak için sebepler yaratıyorum mesela... Çok gülersem çok ağlarım diye, gülmelerimin arasına gözyaşı serpiyorum.

Güzeliz biz.
İyiyiz.

Gecenin serini vurunca tutuk sırtıma üşüdüm.
Kalemim ısıtırdı beni anca bu saatte.
Ama bugün onuda beceremedim.

İç sıkıntısı nasıl bir felakettir bedeninde.
Ne Süper Mario oynayabilirsin, ne şekerli yoğurt yapabilirsin,
ne dışarı çıkıp site(!) içi yürüyüş yapabilirsin, ne dondurma yemeye gitmek istersin.
Uyumaktır tek geçirticisi. Onuda beceremezsin.
Beceriksizliğin üstündedir.

Ne güzel uyuyorsun sevgilim sen öyle!
İçimdeki sıkıntım geçici ama içimdeki sen her geçen gün büyüyorsun.
Seni seviyorum.

Ama kendimi sevmiyorum bugün.
Sıkıntıyla başa çıkmayı beceremediğim için,
bana sunduğun geçirticilere gönülsüz kaldığım için küstüm kendime.

İyiyiz biz.

Sahi benim neden içim sıkılıyor?
Ve neden tutulan sırtım geçmiyor?

Neden burada bakkal yok!
Ben neden dışarı çıkıp yürüyemiyorum!
Bu köpekler neden kapımızda konaklıyor!
Bisikletler neden biblo gibi bahçede duruyor!
Kuaföre bile gitmeye neden hevesim yok!
Su kuşu ben neden havuzu sevmez oldum!
Komşuculuk oynamayı neden istemiyorum!

Şükürler olsun sağlıklıyız.
Şükürler olsun sevgi doluyuz.
Şükürler olsun şükredebiliyoruz.

11 Eylül 2011 Pazar

BUGÜN BİZİM DOĞUM GÜNÜMÜZ...

NEDEN Mİ BÜYÜK YAZIYORUM? 
ÇÜNKÜ BUGÜN BEN 1 YAŞ DAHA BÜYÜYORUM... 
ÖNCEDEN SÜREKLİ BÜYÜTTÜĞÜM YAŞIM O YAŞLARI ÇOKTAN AŞTI.
FARKINDAYIM...
BEN ARTIK KADINIM.
BEN ARTIK 28 YAŞINI DOLDURMUŞ BİR KÜÇÜK KADINIM.

BÜYÜYORUM. 
EVET HERGÜN FARKINDA DEĞİLİM BELKİ AMA BUGÜN FARKINDAYIM.

UZAĞIM BÜTÜN SEVDİKLERİME VE SEVENLERİME.

BELKİ BİR ÇOK DOĞUM GÜNÜMÜ ANNEME VE BABAMA ZEHİR ETTİM...
BENİ YANLARINDA İSTEDİKLERİ ZAMANLARDA EVDE ÇEKİP GİTTİM DIŞARIDA KUTLAYACAĞIM HEVESİYLE...
KANIM KAYNIYORDU, KAYNAMAZ OLAYDI.
ŞUAN ANLIYORUM ONLARDAN AYRI GEÇİRMEK ZORMUŞ DOĞUM GÜNÜMÜ...
EN AZINDAN AYNI ŞEHİRDEYDİK BİR ÖPÜCÜK BİLE OLSA ALABİLİYORDUM ONLARDAN YANAĞIMA, 
HEDİYELERİNİ AÇABİLİYORDUM PARÇALARCASINA... 

ŞİMDİ İSE HAFTALAR ÖNCESİNDEN AÇTIM HEDİYEMİ...

ALIŞMIŞIM BEN KAÇ EVİN TEK KIZI OLUP İLGİ ODAĞI OLMAYA. 
İLGİ ÇEKMEK İÇİN ÖZEL BİR ÇABA SARFETMEME GEREK KALMADI HİÇBİR ZAMAN.
BENİM ANNEMİN BENİM BABAMIN İLGİSİ BÜTÜN DÜNYANIN GÖSTERECEĞİ İLGİYE BEDELDİ ASLINDA HERZAMAN...

BELKİ YANIMDA DEĞİL ANNEM VE BABAM ŞUAN, AMA ANNEMİN GEÇEN YIL BİLEKLİĞİNİ BU YIL KOLYESİ VE KÜPESİNİ ALDIĞI DOĞUM GÜNÜ HEDİYEMİ BOYNUMA TAKIP YANIMDA HİSSEDECEĞİM ONLARI...

İYİKİ VARSINIZ. 

İYİKİ BENİM ANNEM BABAMSINIZ.

ASIL SİZ BUGÜN İYİKİ DOĞDUNUZ. 
YANILIYOR MUYUM SİZ ASIL BENİM DOĞDUĞUM GÜN DOĞMADINIZ MI?

MUTLUYUM. HEM DE ÇOK...

MUTLU YILLAR BUGÜN ''BİZ 3 AİLEYİİİİZ' E KUTLU OLSUN. 
E TABİ ARTIK '4 OLDUK'...

ALLAH 5 OLMAYI BANA DA YENİ BİR DOĞUM GÜNÜNE SAHİP OLMAYI, SİZİN TAHTINIZIN BENİM BAHTIM OLMASINI NASİP ETSİN İNŞALLAH...




9 Eylül 2011 Cuma

Hİ'ONE OLDUM OLALI!

(S)aklamak için saklamam hiçbirşeyi.
Ama bazı an'lar vardır ki ve bazı yaşananlar ya da yaşatılanlar veya maruz bırakılanlar, madur edilenler.
Yazarım ben doya doya yazarım.
Yeri gelir bağıra bağıra anlatırım.
Bağıra bağıra anlatacak kocamdan başka kimsem olmadığı için, içimi yazıyorum.
Yazdıkça çoğalıyorum.
Ev derdi beni ip gibi gerdi.
İp üstünde yürümeye çalışanlar çoktan amacına ulaştılar.
Ben mi ben hala aynı saf, ben hala aynı iyi niyetli, ben hala ben işte.
Kimse kimseyi gerçekten sevmiyor buna inanın, herkes rol yapıyor.
Ve ne yazıkki olan benim kalbime, olan benim sevgime, olan benim iyi niyetime oluyor.

Okumayın abi!
Bana 'yazma üstüne alınır insanlar', bana 'n'oldu kime kızdın YİNE', bana ' çok ortalıklarda paylaşıyorsun herşeyini' bana 'şimdi bu yazılacak şey mi? ' bana YA ADAM GİBİ YORUM YAPIN, YA DA HİÇ OKUMAYIN! Yazıyorum işte.
Kendime, sana, ona, buna, kocama, evdeki temizlikçiye, ev sahibine, sitede koşturan çocuklara, masama, sandalyeme, terliğime, çamaşır makineme, tırnaklarıma herşeye yazıyorum.

Eğer birşeyleri sövüyorsam ben seviyorumdur en başta bunu anlayın!

Herkes malesef bir olamaz. Ben sizler gibi sadece ünlü düşünürlerin sözleriyle ona buna laf sokmaya çalışmıyorum. Ben kendi düşüncemle, kendi duygularımı paylaşıyorum. Şarkı sözleriyle aşkı meşki yaşamıyorum. Ben evimde kocamın dizinin dibinde, satırlarımda yaşıyorum. Listemde sadece kocam dahi olsa, kimse dahi olmasa yazarım! Ben yazacağım! Ölene kadar YAZACAĞIM.

Ben yazdıkça siz (y)azıyorsunuz! Bu nasıl bir ironidir!

Ben herkesten uzaktayım, ben benden beklenmeyen preformanstayım.
Ben mutluyum. Ben huzurluyum.
Alın mutluluğumla mutsuz olanlar, veya bunları yazdıklarımla dillendiriyorum diye konuşanlar...
Şuan MUTSUZUM!
Hadi sevinin şimdi.
Bugün ben çok mutsuzum!

İyi niyetlerimden, kendimi mutlu hissettiğim birkaç şey yüzünden HUZURSUZUM!

Birini aptal yerine koymak isteyenler ne kadar aptallar.
Yazık!

Yarası olan gocunur. Benim yazdıklarımda zaten o kişilere yara bandı olur!

Herkes beni çok seviyor ya, herkes benim mutluluğumu istiyor ya,
hadi canım sizde...

Bence siz kimse tarafından sevilmemiş ve hiç sevmemişsiniz.

He bu yazının içeriğini, neden yazıldığını merak eden ve hatta birsürü üzerine alınan insan olacak.

Merakınızı ben gideriyim sizin!

BEN HAYVAN OLDUĞUMDAN BERİ İNSANLARI SEVMİYORUM!
BEN İNSANLARI BAĞRIMA BASARKEN, ONLARIN BAĞRIMI ÇİĞNEYECEĞİNİ UNUTMUŞUM.

MİLLET SIÇIYOR NEDENSE BENİM KARIN AĞRILARIM LAF OLUYOR.

Kimse kim.
En önemlisi ben!

Kime mi yazdım?
Sayfama yazdım.
Neyi yazdım?
Aklımdan geçen cümleleri yazdım.
Neden mi yazdım?
Canım istedi.
Yazınca elime ne geçti?
Bir evladım daha olmuş gibi sevindim.
Yazmasam ölür müydüm?
Belki, kimbilir...
Aferin devam et...

Çok teşekkürler.

Bunlar sadece karın ağrılarım!
Dua edin bağırsaklarım bozulmasın!

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Mutluluğun Çekirdeğidir Hüzün

Bazen.
Bazen işte.
İşte bazen.
Konuşamazsın.
Konuşacak birşeyin yoktur belkide.
Ya da vardır ama unutursun tam konuşmak istediğinde.
Kimse kırılmasın istersin kendini ifade ettiğinde.
Kırarlar.
Farkına var(a)mazlar.
Bir anda tuzla buz olur herşey.
Ya da sen buz olursun diğer şeylerse tuz.

Sahi küçükken tuz&buz diye bir oyun vardı değil mi?

Bir sigara daha.
Karanlık.
Korkaklık.
Utangaçlık.

Çok sıcak.

Panjurları iniyor evlerin.
Uyuyorlar.
Uyuyacaklar.

Hüznü vardır her mutluluğun.

Doğmayacak sıkıntılara sancılanırsın.
Gecenin güneşe uzak kalmış salıncağındasındır.
Çocuk değilsindir.
Hızlı sallanamazsın.

Boş birsürü hece içinde hoş bir gece.(!)

Hep aynı saatte havlayan köpekler, sanırım onlarda fazlasıyla bendenler.
İnsanın hayvan olanı değil, hayvanın insan olanı makbul derler.
Oysa keşke biraz hayvan olabilsek.
Hayvanlar gibi düşünebilsek.

Bak duyuyor musun havuzun sesini?
Ya da çalan şarkıyı?

Ölümler, doğumlar, ayrılıklar, kavuşmalar...

Neyse uzamasın, yarın temizlik var.






23 Ağustos 2011 Salı

En Çok Okunan Kitap Biziz Sevgilim!

'Ne güzelmişsin sen' dediğin gün, dün gibi gözlerimin önünde şimdi...
Arabada arkanı dönüp sigaramı yakmak istemen ve benim senin elini ittirmem.
Tanımadığım bir adamın arabasında oluşum, içten içe korkuşum,
sürekli gülen, durmadan konuşan, arkasına dönüp dönüp yüzüme bakan.
Biraz artist biraz ukala biraz biraz...
Gidip oturduğumuz yerde değişen birazlar.
Biraz sevimli, aslında biraz yakışıklı, aslında biraz bana göre gibi,
aslında ne bileyim ben aslında...

Hayatım zor o zamanlarki aklıma göre.
Tam bir ergenlikten çıkış, erişkinliğe geçiş dönemindeyim.
Evlilik hayalleri kuruyorum ama nasıl olur bilemiyorum.

Başladık işte.
Sabahın 6'sında o kapıya gelişinle başladı.

Kafam doluydu ama sana hissettiklerim değişikti.
Yaşadık.

Ve birbirimizi çoook yaşlandırdık.
Ben büyürken sen küçüldün.
Sen büyürken ben küçüldüm.

Cahildim.
Hayattan beklentim nedir bilmedim.

Göreme(z)dim alnımın yazısını.

Ama ben seni sevdim.
Yüreğini, bana kalbinle bakışını sevdim.
Deliliğini sevdim.
Muzur oluşunu ama ADAM oluşunu sevdim.

Bir sabaha karşı canım çekti diye, sana getir demeden,
Çekmeköy'den kalkıp Mecidiyeköy'e patates kızartması getirişini sevdim.

Çevremde adam gibi adam hiç olmadığından taşıyamadım seni.

Korktum.
Kaçtım.
Yalanlar kattım.
Çorba yaptım.
Anlamadım.
Anlatamadım.
Kaldıramadım.

Başımı aldım uzaklaştım.
Gezdim, dolaştım, içime kapandım,
Çok ağladım gülen yüzlere...
Çok yandım ittikleri denizlerde.

Hatalar yaptım.
Pişmanlıklarım da oldu benim.

Ama seni hiç unutmadım.
İyi ya da kötü,
ayrıldığımızdan tekrar buluştuğumuz güne kadar izlemeye çalıştım seni.

Bilirsin hikaye yazmayı severim ben.
Senin hakkında,
senin bulunmadığın çok yerde bir hikayem vardı benim,
gerçek hayata taşıyamadığım.

Adam olmayan onlarca insanın arasında 'adam'ımı özlediğimi,
adamımı bulmam gerektiğini anladım.

Ve buldum.
Evlenmediğini belki de evlen(e)meyeceğini biliyordum.

Herkesi sevebilirsin ama herkese aynı davranamazsın.
Ben bunu seninle yaşadım.
Ben sana davrandığım gibi,
senin yanında olduğum gibi kimsenin yanında ol(a)madım.

Sen başkaydın.

Hikayelerimin kötü adamıydın.
Ama iyi ya da kötü ismini anmadan uyumadığımdın.

Tufan.
Bu ismi söylediğim kadar kendi ismimi söylememişimdir.

Belliydi.
Biz birbirimizin kaderiydik.
Çok işaretlendirildik.

Ama ben deliydim ama sen deliydin.

İyi ki ayrılmışız.
İyi ki uzak kalmışız.
İyi ki seni bulmuşum, iyi ki senin olmuşum.

Şimdi hayatımızın en güzel serüvenini yaşıyoruz.
Hergün bir kez daha aşık oluyoruz.

Her akşam o kapıyı çalmanı nasıl beklediğimi, eve nasıl koşarak geldiğini bir biz biliriz bir yaradanımız...

Allahım seni başımdan eksik etmesin, bizi yalnız sakın öldürmesin.

Sensiz bir hayat düşünemiyorum.

Roman olduk farkında mısın?
Kötü karakterlerin yer almadığı sadece 2 kişilik 1 roman.

Biz seninle gönüllerden uzak, gözlerden uzak tek 1 gönül olduk.


Yanımdasın ve öyle güzel uyuyorsun ki...

Melek diyorki; Öp öp öp uyandır, uyanmazsa kızdır, kesin uyanır :)
Hep şeytan demez ya insana birşeyler.

Kim ne derse desin de ben sana ne desem az kalıyor.
Mesala ''Seni Çok Seviyorum''!







22 Ağustos 2011 Pazartesi

Muasır yaşamın en güzel kahve keyfi...


Hüzünbaz geçmişimi teleskopla dönüp bakmak istesem, 
göremeyeceğim kadar uzakta bıraktı kahvelerin...
Bütün geçmişim silindi gelişinle. 
Kahvelendim.

Rengimi değiştirdi rengin, 
ayaklarımın dibine kök salan bütün morlar bile kahvelendi.

Kahven doldurdu yüreğimin susuz kalan cezvesini.

Umutsuzluğuma umut, korkularıma cesaret aşıladın.
Kör gözlerime, göz, dilini yutmuş bir yüreğe dil verdin.
Yaprakların sararıp dökülmeye başladığı bu mevsimde, 
dökülmeye başladı kahvelerin sonsuz mavilerime.

Baksana; imlaları bile düzeldi cümlelerimin. 
Hakettin!

Özlemim yakınım, en yakınım kahvem oldu.  
Mavi-kahve bir cümle olduk, bol vigüllü ama noktası noksan.

Paragraflarım hala ıslak bu kez mutluluktan, mutsuzluktan ırak.
Yazılarımın fiilini değiştiren adam, kahve keyfi kattın kağıtlarıma.
Yüreğimin kalıcı misafiri oldun sen...

Sualsizce aldığım bu kapının içinde kilitlisin artık. 

 

 

Şiir Gözlü Adam


Son doğan ve bundan sonra her doğacak olan bebek,
son nefesini verene kadar okutacağım kendimi. 
Dünyanın öbür ucuna da gitsem yazacağım. 
Manalı ya da manasız! Ne fark eder. 
Bir adım kalacak gerimde bir de yazdıklarım. 


Tipik hayaller kuranlardan farklı bir tipim ben. Tipsizim ve dipsizim.

 Keşkelerime bağdaş kurduğum yerden kalkıp, 
bütün çocuk ruhumla affediyorum beni üzenleri teker teker tam da şuanda…

Ben bana yetişmiş olmanın huzurundayım bugünlerde.   
Olduğum yer olmam gereken yer artık. 
Sevdiklerim ve mecburiyetlerim diye ayırmayacağım hayatımı. 
Mecburiyetim ‘biz’ olacak sadece kapımın eşiğinde. 
Ve gelecek olan ama şimdilerde bilinmez olan 'o ’…


Emekleyerek geçtiğim her aşkta, 
yarınları düşleyerek yürümeyi öğrendim ben te(r)k başıma… 
Kopan onca sayfalarımdan sonra, 
şimdilerde her gün bir yenisini ekliyorum yarınlarıma.


Eskidiğin yerde ihanet kaçınılmazdır. 
Eskimemek için sevmek gerek.  

Mavinin her tonu olan aşk denizimde, ayağı yere değmediği yerlerde yüzen, 
yüzüne kurban olabileceğim bir yüz var şuan göz kapaklarımın altında, 
kirpiklerimin her gece seviştiği...

Geçtiğim her kapıda bir şiir bitirdim ben.
Şimdiyse bitmek bilmeyen şiirler yazıyorum.
Şiir Gözlü Adam!


Sen yazdırıyorsun şiir gözlü adam!
Kocam...