14 Ekim 2011 Cuma

Işıkların Hızı Onların Kızı...

Işıkların Hızı Onların Kızı



İstediğin müziği aç.
İzmir manzaralı balkonuna geç.
Bir yerlere yetişmeye çalışan arabaları, içi dolu olan otobüsleri seyret.

Karşı tarafın ışıklarına bak umursamazca.
Belki sana yepyeni isteklerini kendi hızlarıyla getirirler.
Neden olmasın?
Senin her istediğin olmadı mı hem? 
Bal gibi oldu. Yine olacak. Sen istedikten sonra yine başaracaksın. 

Gece güzel. Eh biraz kafamda güzel...
İçmemeye hazırlıyorum kendimi böyle içerek. 

Gece farlarını yakıp geçen bisiklet topluluğu paslanmış bibloya dönen, arka balkona tıkılmış bisikletleri getiriyor gözümün önüne. Henüz selesine popomun varamadığı... 
Pardon 1 kez poz vermek için oturmuştum... 

Sevmem yalanı. Beceremem. Becereni hemen anlarım! 

Neyse.

Çok güzel bir gece aslında...
Arabalar vızır vızır, otobüsler dolu geçiyor hala bu saatte. Cuma gecesi...
Gerçi İzmir'in gün ayrımı yok. Ama benim var.

Müziğin sesini biraz daha açtım. Karşı ışıklara baktım. 
Gördüğüm arabaların içindekileri hayal ettim. Mesela içlerinde kimin ya da kimlerin olduğunu, nasıl yerlerde oturduklarını, evlerinin dekorasyonunu, nasıl yerlere takıldıklarını, konuşma tarzlarını, yaptıkları işlere kadar düşündüm. Sahi ben bunları hep yapardım evlerin pencerelerine bakarak. Tepemden uçak geçerken ''hangi şanslı nereye uçuyor'' acaba diye düşünürdüm hep. Nerden biliyordum şanslı olduklarını, belki bir ölüm haberi alıp ağlayarak uçuyordu biri, belki iflas etmiş bir adam terkediyordu şehrini, belki aşk acısından nereye gittiğini bilmeden gidiyordu biri, belki hasta haberine koşturuyordu biri...
Ben hiç felaket getirmedim aklıma, ne kendi ne yakınlarım adına. Felaketimi yazmak isteyenler olduysa da...

Felaket tellalıyım. Önce kötüsünü düşünürüm iyisi sürpriz olsun diye. Bu başka bir pencere kocaman dev apartmanımda.

Dönerim birazdan bir duble daha rakı koyacağım kendime...

Döndüm.
Fonda Sezen Aksu çalıyor. Aşağıdan kalabalık bir grup geçiyor. Sanırım öğrenciler...
Bende öğrenciydim bi dönem.
Sabaha karşı Göçmenköy'de ki börekçiye gitmiştik açlıktan cebimizdeki son paramızla...
Gözlerim mi doldu ne!
Yok bana öyle gelmiş.
Hatta bir keresinde paramız bittiğinde midemizin üzerine bastırarak uyumuştuk açlığı hissetmeyelim diye...
Annemi o saatte uyandıracak halim yoktu. Aslında varmış. Gecenin bir körü besinsizlikten vücudumdaki demir tükendiğinde 2 gün hastanede serum yemek için yattığımda uyandırmıştım uykusundan... Densiz ben. Bok ben! Ne kadar düşüncesiz hain bir evlatmışım ben!

Ya şimdi?
Ah! Keşke zamanı geri alabilsem de onları hiç üzmeseydim.
Her evlat üzüyor işte anasını babasını. Üzmedi diyen ana baba yalan söyler.

Biliyor musunuz çok korkuyorum asi bir evlat sahibi olmaktan. Bana ''sanane'' dediği an ben öleyim daha iyi...
Kahrolurum. Mahfolurum. Bak gözlerim doldu bile.
Ya anasını babasını sevmeyen bir evlat olursa? Ya söz dinlemezse? (ki hangi evlat dinliyorki)!

Kendim yazıp kendim ağlıyorum yine...
Saçmalamıyorum ama!
Korkuyorum.

Bir baba evladına bağ bağışlamış, evladı bir salkım üzümü çok görmüş'ü yaşamaktan korkuyorum.
Ben çok görmedim ama. İstesinler o bağ onların olsun. Ben seyretsem bana yeter.

Ah be!


Karşı tarafın ışıkları!!!!
Bok yediniz işte. Beni taaa nerelere, nelere, nerden nereye zıplattınız!

Düşünce gücüm terledi ışıkların ötesinde.
Sulandırmaya hiç gerek yok.
Hasta olurum yoksa!






1 yorum:

Adsız dedi ki...

Hey! I'm at work browsing your blog from my new iphone 3gs! Just wanted to say I love reading through your blog and look forward to all your posts! Carry on the superb work!

Visit my weblog: click here